Hüseyin ÖZKAN

Hüseyin ÖZKAN

"Çocukların Zekasından Ziyade, Afiyeti Makbuldür"

dahi-cocuklar-003.jpg

“ÇOCUKLARIN ZEKÂSINDAN ZİYADE AFİYETİ MAKBULDÜR”

Üstün yetenekli çocuklarla ilgili olarak Selim Sırrı Tarcan, yaklaşık bir asır önce, bu gün de tartışma konusu olan bir konuya ışık tutuyor. Selim Sırrı Tarcan tarafından yazılmış bir makalede şu sözler dikkat çekicidir.

     Çocuk velilerine tavsiye ederiz, evlatlarını harika çocuk yapmaya çalışmaktan vazgeçsinler. Varsın yedi yaşında ana dilinden başka bir dil bilmesin, varsın yedi yaşında Charleston oynamasın, piyano çalmasın, fakat sağlığı yerinde ve gürbüz olsun. Çocukların zekâsından ziyade afiyeti makbuldür. Vakitsiz yetiştirilen çiçeğin ömrü az olur. Onu keyfimize kurban edersek hem ona hem de topluma haksızlık etmiş oluruz.”

Selim Sırrı Tarcan Bey ‘in “Dahi Çocuklar” başlıklı makalesini günümüzü de anlama ve aydınlatma adına aşağıda paylaşıyorum.

DAHİ ÇOCUKLAR

Mozart, Hydn, Beethoven, Vagner, Chopin veya Russo, Volter, Montesquieu, ilaahir… Böyle hayatta cihanşümul bir şöhret almağa namzed birkaç harikayı mevzu-u bahs edecek değilim. Hayır, hayır, ben otuz seneyi geçen muallimlik hayatımda karşıma çıkan veya çıkarılan bazı dahi çocuklardan bahsetmek istiyorum. Çünkü onlar bütün evlat sahipleri için ibret olacak bir ders teşkil eder.

Henüz genç, tecrübesiz bir muallim idim. Terbiye meselelerine pek alaka gösteriyordum. Bir gün Beyoğlu’nda bir kitapçıdan (o zaman henüz intişar etmiş) (Edmond de Molen)in Yeni Terbiye namında eserini aldım. Köprüye indim. Boğaziçi vapurunun yan kamarasına girdim. Merhum Ahmed Mithat Efendi daha bir iki zat benden evvel gelmişlerdi. Ben de bir kenara oturdum.

Beş dakika geçmeden kamaranın kapısı açıldı. Yaşlı bir zat elinden tuttuğu çocuğunu içeri soktu. Kendi de girdi. Midhat Efendi merhum:

-Buyurunuz paşa hazretleri! Deyince gelen zatın paşa olduğunu anladım. Ben de toplandım. Paşaya ve yavrusuna yer açtık.

Onlar konuşmağa başladılar. Midhat Efendi sordu:

-Mahdum mu?

-Allah bağışlarsa!

-Maşallah hangi mektebe gidiyor.

-Ne siz sorun, ne ben söyleyim. Memlekette mektep yok ki! Düşündüm, taşındım. Nihayet hususi okutmağa karar verdim. Daha henüz dokuzunda yok, fakat ateş mi, ateş!.. Ne göstersen bir defada kavrıyor! Harikulade bir zekası, müdhiş bir hafızası var!

Midhat Efendi sakalını avucuna aldı, yavruyu kulaktan takma gözlüklerinin üstünden süzdü:

-Maşallah! Maşallah! Dedi.

Paşa biraz daha açıldı:

Bakınız bey amcası size aklın neler bildiğini arz edeyim bir kere Türkçeyi mükemmel okuryazar. Hatta bir de eser neşr etti! Arabi ve Farisisi oldukça mükemmeldir! Fransızca ve İngilizce tekellüm eder!! Şimdi Almancaya başlattım!!

Midhat Efendi muttasıl “Maşallah” çekiyordu.

Ben de hayrette idim. Sekiz yaşında üç dört lisan bilen bu mini mini müellife şaşılmaz mı?

Ben elimdeki terbiye kitabını kapamışdım. Çünkü önümde daha yeni, daha canlı bir terbiye vardı. Çocuğa dikkatle baktım. Benzinde bir dirhem kan, vücudunda cımbızla tutulacak et yoktu. Bu çelimsiz, bu uçuk benizli, kavruk çocuğa karşı kalbimde bir acı duydum. Babası oğlunu medh ederken Midhat Efendi merhum:

-Bu ileride bir dahi (!) olacak, deyiverdi.

Bir ikinci vakaya bundan bir sene evvel şahid oldum. Nişantaşı’nda yüksek tabakaya mensub bir aileye çaya çağrılmıştım.

Ev sahibi hanımefendi bir aralık bize bir tebşiratda bulundu.

-Misafirlerime bir (sürpriz) hazırladım, şimdiye kadar dinlemedikleri küçük piyanisti dinleteceğim, harikulade çalıyor! (Misafirlerden birini eliyle işaret ederek) Kadriye hanımefendinin kerimeleri Suzan! Vakıa kendileri de güzel çalarlar. Hagen’in talebeleridir, fakat Suzan bir mucize! Kadriye hanımefendi biraz ezildi bozuldu:

-Hanımefendi beni mahçup etmek istiyorlar. Fakat bilmem, kızını anasına medh etmek düşer mi? Suzan’ın musikideki istidadına hocası da hayretde. Gariptir daha henüz boyu piyanonun klavyelerine yetişmişken parmaklarının ucuyla sesler çıkarmağa çalışırdı. Dört yaşında iken ben çalarken içini çeke çeke ağlardı. (!) Beş yaşında piyanoya başlattım. Yedi yaşındayken ne duysa piyanoda kendi kendine çıkarırdı. Şimdi dokuzunu bitirmedi. Günde beş saat çalışıyor. (!) Mektebe vermedik. Evde hususi ders alıyor. Fakat musikiyi o kadar seviyor ki. Çok kere yemeğe götürmek için zorla piyanodan ayırıyoruz.

Validesi daha medh edecekti ki, fakat kısa çoraplı, lüle lüle lepiska saçlı, ince, zayıf, solgun bir kız kırıta, kırıta acayip bir yürüyüşle annesinin yanına kadar sokuldu, kulağına bir şeyler söyledi. Hanımefendi bize işittirecek kadar yüksekçe bir sesle ve Fransızca olarak:

-Hayır, Suzi hayır! Şimdi sırası değil, bak herkes seni bekliyor, hadi bize Shuman’dan, Mendelson’dan bir şeyi çal! Çocuk yine kırıtarak Fransızca ile:

-Mama! Ne çalayım? Hiç iştahım yok!!

-Hadi, hadi isteyerek roberi di schuman’ı çal; onu sen pek seversin?

Çocuk piyanoya geçti ve yaşına nispetle oldukça iyi çaldı. Fakat öyle harika denecek bir şey değildi. Annesi, teyzesi, amcası, konu komşu çocuğu lüzumsuz fazla takdirlerle şımartmışlar ve kendini beğenmiş bir maymun yapmışlardı. Öyle münasebetsiz ve manasız iddiaları vardı ki insanın kanına dokunuyordu. Hayatta böyle nice kabiliyetli çocuklar vardı ki vaktinden evvel yetiştirmek emeliyle suistimal edilen zekaları onları pek çabuk oldurmuş ve soldurmuştur.

Dikkat edilecek olursa her ana, her baba çocuğunu deha ile az çok alakadar görür. Bir ferde muhabbet dolayısıyla duyulan his bir dereceye kadar  mazur görülür. Hepimiz bir veya iki yaşında yavrumuzun gösterdiği eser-i zekâyı hayretle karşılarız. Fakat bunun bir hududu vardır. Zaman ile kemale erecek olan yavruyu çabuk büyütmekte büyük adamlara benzetmekte istical gösterirsek, o masum çocuğu bir büyük adam bozuntusu yaparız ki çok yazıktır. Mürüvvet görmek emeliyle henüz emekleme devrinde çocuklarını zevale yürüten valideler nasıl onların sütten mamul olan bacaklarını çarpıtırlarsa, henüz layıkıyla inkişaf bulmamış mefkurelere vaktinden evvel doldurulan malumat da o körpe zekaları zedeler. Babasının anasının teşvikiyle veya zoruyla yaşından büyük kabiliyetler gösteren çocuklar belki böyle ebeveynin ellerini sıkan, muvaffakiyetlerini tebrik edenler bulunur. Fakat çocuk zekasından kazandığını ahlakından ödeyecektir. Kanun-u tabiat hikmeti yapar. Vakitsiz yetiştirilen çiçeklerin ömrü az olur.

Çocuk velilerine tavsiye ederiz, evlatlarını harika yapmaktan tevakki etsinler. Varsın yedi yaşında ana lisanından başka dil bilmesin, varsın yedi yaşında Charleston oynamasın, piyano çalmasın, fakat sıhhati yerinde ve gürbüz olsun. Çocukların zekâsından ziyade afiyeti makbuldür. Benim çocuğum Charleston oynuyor diyen bir pederden, benim çocuğum iyi büyür, iyi uyuyor diyen bir baba elbet daha mesuddur.

Çocuğu hayata hazırlamakla mükellefiz. Onu keyfimize kurban edersek hem kendimize, hem mensub olduğumuz cemiyete fenalık etmiş oluruz.

Selim Sırrı (TARCAN) 1 Temmuz 1927

Transkript: Erol Kömür 26.04.2015 İstanbul.

Kaynak: www.etarih.com

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
1 Yorum