Mustafa Sami ÇETİN

Mustafa Sami ÇETİN

MAÂRİF DÂVÂMIZ

“MAÂRİF DÂVÂMIZ”

Mustafa Sami ÇETİN*

Giriş

Sahada bulunan bir “eğitimci” olarak “eğitim sorunları” denildiğinde onlarca düşünce zihnimden, hayalimden âdeta şimşek hızıyla geçip gitmekte... Fakat hiç şüphesiz ki bunlardan bir kısmı diğerlerinden daha fazla bir önemi haiz olup “sakın ha, beni ihmal etmeyesiniz” diye hatırlatmada bulunur.

Eğitimde karşılaştığımız bütün sorunlar için, önce yakın geçmişe sonra da, eğitim tarihimize şöyle bir baktığımız zaman göreceğimiz manzara hakikaten çok ilginçtir. Gerek eski eserlerde,  her alanda olduğu gibi eğitim alanında da arayışların-yeniliklerin olduğu Osmanlının son döneminde ve gerekse Cumhuriyetin ilk yıllarından günümüze kadar, hemen her hususta söylenmedik-yazılmadık hiçbir şey kalmadığını görür; eğitimle ilgili yapılan toplantılarda “Heyet-i İlmiyye ve Maârif/Millî Eğitim Şûraları”nda, yüzde doksan dokuz dertlerimize devâ olabilecek, gayet derecede ilginç ve önemli hususların tesbit edildiğine hayretler içerisinde şahit olursunuz.

 

SORUNLAR VE ÇÖZÜMÜ

O halde problemlerimiz niçin çözülemiyor, sorun nerede diyeceksiniz. Bunun cevabı gayet basit ve açık... Kararlı ve konusuna hakim kadrolara ve siyasî iradeye muhtacız. Nasrettin Hoca fıkrasındaki, elinde yağ-şeker-un olduğu halde bir türlü helva yapamayan adamın haline ne kadar da çok benziyoruz. Burada bir hususun daha altını çizmekte yarar var: Neredeyse üç asırdır, dönüp dolaşıp aynı sorunlarla uğraşıyor fakat bir arpa yolu mesafe alamıyoruz. İşin özünü ve gerçek yüzünü göremeyen ve hâlâ gereksiz tartışmalarla, sun'i sorunlarla sürekli olarak gündemimizi işgal eden, liyakatsiz, birikimsiz, beceriksiz, sadece kendi menfaatini düşünen, korkak, ufuksuz, vizyonsuz yöneticilerin ve sözde aydınların kabahati de az değildir.

Sayıları yediyüzbine dayanan bir eğitim ordusu ile milyonlarca öğrenciye ve -hemen her evde bir öğrenci olması dolayısıyla- tüm topluma hizmet veren, büyük bir sorumluluk taşıyan Millî Eğitim Bakanlığı'nın gerçekten büyük ve çok sorunları olduğu bir gerçek... Ama en az onun kadar bir gerçek daha var ki; o da, eğitim sorunlarının tamamının kısa ve uzun vâdede çözülebilecek nitelik ve nicelikte oluşudur.

 

Bu çalışma çerçevesinde eğitim dünyamız ve sorunlarımızla ilgili olarak birkaç hususa işaret edilecektir:

EĞİTİM BAKANI

Millî Eğitim Bakanı'nın, kişiliğinin olduğu kadar, birikimi, tecrübesi, özel yetenekleri ve vizyonunun da çok büyük bir öneme sahip olduğunu düşünüyorum. Cumhuriyet dönemini ele aldığımızda, yaptıkları, kişiliği, misyonu itibariyle tartışılabilecek çok yönleri olmasına ve yer yer bu milletin bir kısım değerlerini hiçe sayarcasına birçok yanlış uygulamaya imza atmasına rağmen -katılır ya da katılmazsınız o ayrı- Hasan Ali Yücel gibi eğitime damgasını vurabilmiş ikinci bir Eğitim Bakanını gösterebilmek mümkün değildir. Sadece, merhum Avni Akyol görev yaptığı dönem itibariyle bir ümit olarak görülmüştü. Fakat kendisinden beklenen performansı gösteremedi, yapabileceği reform niteliğinde düzenlemelere imza atamadı.

Mevcut Millî Eğitim Bakanı Sn. Ömer Dinçer ise, gerek Millî Eğitim Bakanlığı’nda reform niteliğinde gerçekleştirilen yapısal değişiklikler gerekse ezber bozan açıklama ve uygulamalarıyla ilgi odağı olmaya devam ediyor. Bu günlerde olduğu gibi kitle iletişim araçları ve özellikle de televizyon ekranlarında yaptıkları ve yapmak istedikleri ve işin arka plânı hususlarında bilgilendirmeye devam etmelidir. Meselâ: Kiminle konuşulsa, nereye bakılsa özür grubu özellikle de eş durumu ile ilgili uygulamadan rahatsız olunduğu görülecektir. Evet, aile hayatı kutsaldır, ailenin birliği esastır ve bir araya gelmek isteyen iki kişinin isteği de önemlidir fakat ara dönemlerde yapılan atamaların binlerce öğrencimizin mağduriyetine ve eğitim hayatımızın yara almasına sebebiyet verişi ve neden olunacak kargaşanın hesabını da yapmak gerekmez mi?

Umarım en kısa zamanda ve kararlı bir uygulama ile bundan sonra, gerek ilk atama gerekse özür grubu atamaları, (doğal afet vb. gibi istisnaî durumlar hariç[1]) yaz tatili döneminde gerçekleştirilir ve 1 Eylül itibarıyla bütün meslektaşlarımız görev yerlerinde olurlar.

 

ZORUNLU EĞİTİM

Zorunlu eğitimin sekiz yıla çıkarılması ağırlıklı olarak Eski Millî Eğitim Bakanlarından merhum Avni Akyol ve onun çalışma arkadaşlarınca yüksek sesle dillendirilmiş hatta bu mevzuda, daha sonra 28 Şubat döneminde rafa kaldırılan bir kanun teklifi dahi hazırlanmıştı. Merhum Bakan ve çalışma arkadaşları zorunlu eğitimi sekiz yıla çıkarmayı düşünüyordu ama bu süre 28 Şubat kadrolarının tatbik ettiği gibi kesintisiz değil, 5+3=8 şeklinde formüle edilecekti. Hatta sonraki üç yıl, gerek çıraklık ve mesleki eğitim gerekse Kur’an kurslarına devam eden öğrencilerin bir kısım temel ve kültür derslerini (Türkçe, Matematik, Sosyal bilgiler vb)almak şartıyla bu zorunlu eğitimi tamamladıkları kabul edilecek, ne meslekî ne de dinî eğitim bir zarara uğramayacaktı…

Yukarıda zikredilen ama hayata geçirilemeyen bu projenin üzerinden neredeyse yirmi yıl; 28 Şubat dönemi zorbalığının ve “kesintisiz” uygulamasının üzerinden de 15 yıla yakın bir süre geçti. Hiçbir pedagojik ve insanî yönü bulunmayan böylesi haksız bir uygulama, onların ifadesiyle sadece kendi siyasi hayatlarına malolmamış; bu ülkenin geleceğini-bugününü heder; yüzbinlerce öğrenci ve aileyi mağdur etmiş, meslekî eğitimin köküne ayran suyu dökerek eğitim tarihimizdeki hakettiği(!) yeri almıştır.

Bu millet, Anadolu insanı yapılanları unutmamış ve unutmadığını da kendisine-inancına-geleceğine kastedenleri bir daha geri dönmemek üzere tarihin çöp sepetine gömerek göstermiş ve mevcut Ak Parti iktidarına üç kez üstüste emanetini teslim etmiştir. Fakat her alanda olduğu gibi Eğitim alanında da özellikle de bu kesintisiz eğitim uygulamasında gerekli düzeltme ve düzenlemelerin bir an önce hayata geçmesini beklemektedir.

 

MESLEKÎ EĞİTİM

15 seneden beri 28 Şubat ürünü olarak uygulanan 8 yıllık kesintisiz eğitim uygulaması, bu işin tüm paydaşları ve toplumun değişik kesimlerinin de ifade ve itiraf ettiği gibi, meslekî eğitimi yok olma noktasına getirmiştir. Gençlerimizin bir meslek öğrenmede daha başarılı olması, seçimlerini özgürce yapabilmeleri, meslek liselerinin gelişmesi ve kalitenin artması ve dolayısıyla da işletmelerin daha nitelikli eleman bulabilmesi için mecburi eğitimde kesintili ve kademeli sisteme biran önce geçilmelidir.

Günübirlik/geçiçi politikalara sahip özellikle 28 Şubat dönemi kadrolarınca, imam-hatip düşmanlığı sadece bu okulları ve özellikle de orta kısımlarını hedef almakla kalmamış; bu gözde ve güzide eğitim kurumlarımızla birlikte bütün meslekî eğitim kurumları büyük bir yara almıştır. Geleceği inşa etme gibi bir misyonu bulunan, vatansever ve inançlı kadrolar, meslekî eğitimin, dinî eğitimin önündeki bütün engelleri daha fazla zaman kaybetmeden kaldırmak mecburiyetindedir.

 

 

ÇAĞDAŞ DÜNYADA ZORUNLU EĞİTİM SÜRELERİ, KADEMELER VE BİZ…

Almanya'da da zorunlu eğitim süresi 12 yıl.İlköğretim eyaletlere bağlı olarak 4-6 yıl olarak değişiyor. Mesleki eğitim öğrencilerine okullarına devam ederken bir şirket bünyesinde çalışmalarına imkân tanıyan staj sistemi mevcut.

 

 

Bazı Avrupa Ülkeleri ve

Zorunlu Eğitim Süreleri

Almanya

12

Belçika

12

Fransa

10

İtalya

8

İngiltere

11

İspanya

10

Danimarka

9

Hollanda

12

İsveç

9

Portekiz

9

İrlanda

9

Ortalama:

10 Yıl

                                                                                                                                                                                                      

Fransa'da 6-16 yaş arası eğitim zorunlu… Görüleceği üzere burada zorunlu eğitim 10 yıl.

İngiltere’de öğrenciler 6-11 yaş arasında ilköğretim ve 11-16 yaş arasında da orta öğrenim olmak üzere 16 yaşına kadar toplam 11 yıl zorunlu okul eğitimi alırlar.16 yaşında GCSE (General Certificate of SecondaryEducation) adlı sınavı veren öğrenciler mezun olmuş sayılırlar. GCSE sertifikası Türkiye'de lise diplomasıyla aynı denkliktedir.

Hollanda'da 5 yaşına gelene kadar eğitim zorunlu olmadığı halde, 4 yaşındaki çocukların yüzde 99'u ilkokula başlamaktadır. Zorunlu eğitim 16 yaşa kadar ve 12 yıl.

İsveç'te çocuklar 6-7 yaşlarında okula başlıyor. 9 yıllık zorunlu eğitim 3 aşamada tamamlanıyor.

Amerika'da ilkokul, ortaokul ve lise olmak üzere üç kademe ve8+4, 6+3+3 ve 6+6 olmak üzere 12 yılı kapsayan üç ana sistem var.

Zorunlu oluşundan değil, 8 yıllık kesintisiz eğitimden bir an evvel kurtulmamız ve (1+4+3) formülünü bir an önce hayata geçirmek bir mecburiyet halini almıştır. Sırf kesintisiz eğitimden kurtulmak için eğitimi 1+4+4+4 şeklinde kademelendirmek ve 13 yıllık bir zorunlu eğitime geçmek gerekmiyor.

Hiç şüphesiz ki eğitimciler ve tüm paydaşlar zorunlu ve kademeli bir formülü(1+4+3+3=11) bir alternatif olarak tartışabilirler. Okulöncesi 1 yıl,  ardından 4 yıl temel eğitim 1.kademe ve bundan sonra hem 4 yıllık 2. Kademe hem de 4 yıl sürecek bir ortaöğretim (lise) sıkıcı ve uzun gelebilir. Gerek 2. Kademe gerekse lise döneminde kazanılması gereken yeterlikler için 3’er yıllık süreler bizce yeterli olup, zaman israfına müsaade edilmemeli ve eğitim ekonomisi açısından bu süreç daha iyi değerlendirilmelidir.  Aslında ortada, yıllardır ifade ettiğimiz fakat bundan memnun olmadığımız acı bir sonuç var: Çok şey öğretmeğe kalkmak fakat maalesef bir şey öğretememek diye formüle edebileceğimiz bir durum…  Yükseköğretim öncesinde eğitim müfredatı özellikle ilköğretim 1. kademede olabildiğince sade olmalı, çocuklarımızı hayata hazırlama hedeflenmeli, onları bilgi hamalı ve yarış atı olmaktan uzaklaştırma amaçlanmalıdır.

[(1+4+3)+3=11];  [(1+4+3)+4=12] Bu formüllerde de görüleceği gibi 11 yıl ya da 12 yılı kapsayan fakat okulöncesi dâhil sadece 8 yılı zorunlu olarak düşünülen bir kademelendirme… İkinci formülde eğitim süresindeki bir yıl fazlalık liselerin birinci sınıfı sadece dil öğretimi/hazırlık sınıfı olarak düşünülebilir. (İngilizce+Almanca; İngilizce+Arapça; İngilizce+Kürtçe…) şeklinde değişik seçenekler de sunularak, 1+4+3+4=12 yıl olarak düzenlemeye gidilebilir.

Lise (ortaöğretim) zorunlu olsa dahi bunu sadece örgün ve zorunlu bir eğitimle değil, açıköğretim lisesi ya da çıraklık ve mesleki eğitim örneğinde olduğu gibi isteyen öğrencilere hem işyerinde çalışarak hem de ya tamamen açıköğretim tarzında ya da haftanın belirli gün veya günlerinde yüzyüze eğitim şeklinde hayata geçirmek mümkündür.  Bu çağ öğrencilerinin zaten hiç te azımsanmayacak bir kısmı, Anadolu, Öğretmen, Fen ve sosyal bilimler lisesi vb. eğitim kurumlarına, çok programlı ya da teknik ve meslek liselerine devam etmektedir. Avrupa’da ortaöğretimde okullaşma oranı, zorunlu olmasına rağmen yüzde doksanlar seviyesinde olup; Türkiye’de zorunluluk söz konusu olmadığı halde neredeyse yüzde yetmişbeşler civarındadır.

Yukarıda “zorunlu/kesintili eğitim başta olmak üzere eğitim dünyamız ve sorunlarımızla ilgili olarak birkaç hususa işaret edilecektir” denilmişti. Milyonlarca öğrencimizin karne alarak dört aylık bir koşudan sonra tatile girdiği bu dönemde en az zorunlu eğitim kadar üzerinde düşünülmesi hatta tartışılması ve gereğinin yapılmasında zaruret olan bir-iki hususa daha işaret edilecektir:

 

ÖĞRETMEN YETİŞTİRME VE ÖĞRETMEN NİTELİKLERİ

Öğretmenlik meslek bilgisi derslerinde ve ilgili seminerlerde hemen her fırsatta ifade ettiğimiz fakat kime ait olduğunu hatırlayamadığım bir söz var : “Bir okul, ancak oradaki öğretmenler kadar iyidir.”  Bunun ne kadar doğru olduğunu, öğretmen, yönetici, müfettiş ve öğretim görevlisi olarak onlarca, yüzlerce kez karşılaştığımız hadiselerde müşahede ettik ve etmeye de devam ediyoruz. 

Bu mevzuda bakanlığının hemen akabinde her fırsatta “Ben bakanlığım döneminde öncelikle sorun olarak öğretmenlerimizin daha nitelikli olmalarını öne alan bir politika takip edeceğim'' diyen ve bu hususta ne kadar hassas ve kararlı olduğunu da yeni atanan öğretmenlere yönelik uyum seminerlerini hayata geçirmesiyle gösteren Sayın Millî Eğitim Bakanını ve icraatlarını merak ve ilgiyle izlemeye devam edeceğiz gibi görünüyor.

Millî Eğitim Temel Kanunu, sadece, öğretmen olacak kişinin belli bir eğitim sürecini tamamlayıp tamamlamadığına bakmakta, ilgili programdan mezun, sertifika sahibi ve yapılan sınavda başarılı olan hemen herkesi öğretmen olarak atama yoluna gitmektedir.

Oysa öğretmenlik, “herhangi” bir iş değil,  “insan yetiştirme” işidir. Bu önemli görevi üstlenecek kimselerin formasyon şartıyla birlikte belli bilgi birikimine, genel kültür ve alan bilgisine sahip olması gerektiği üzerinde durulurken, maalesef sahip olunması gereken kişisel özellikler (kişilik-mizaç) üzerinde hiç durulmamakta, böyle bir ölçüt göz ardı edilmektedir. Sabır, soğukkanlılık, sevgi ve şefkat, cesaret, kararlılık, dürüstlük vb. kişisel niteliklere sahip olmayan birisinin öğretmenlik yapıp yapamayacağı tartışılmayacak kadar açıktır.  İyi bir öğretmenin sahip olması gereken kişisel nitelikler, bu alanda yapılacak bilimsel araştırmalarla ortaya konulmalı, öğretmen yetiştiren yükseköğretim kurumlarına ve Anadolu Öğretmen Liselerine sadece bilgi ölçerek değil, mesleğe yatkınlık ve psikolojik hatta fiziksel özellikleri dikkate alan bir kısım testlerden başarıyla geçenler arasından seçilerek öğrenci alınmalıdır.

Gerek lisans eğitimi içerisinde gerekse öğretmenliğe atanır atanmaz adaylık sürecinde uygulamaya gereken önem ve ağırlık verilerek,  rehber öğretmen/ler nezaretinde en az bir yıl devam etmesi gereken adaylık eğitimi asla gözardı edilmemelidir.

Öğretmenliğe atandıktan sonra da neredeyse 20-25 yıl boyunca üniversitede verilen bilgi ve kazanılan birikimle yetinilmemeli, belli periyotlarla örneğin en az beş yılda bir kez ciddî bir hizmetiçi eğitime tabi tutularak öğretmenlerimizin sürekli yenilenmeleri tabir yerinde ise güncellenmeleri sağlanmalıdır. Hizmetiçi eğitim ya da gönüllü bir takım etkinlikler, görevde yükselme, uzman öğretmenlik, yönetici atamaları ve benzeri uygulamalarda değerlendirilmeli; bir öğretmen bu gibi etkinliklere, sertifika programlarına katıldığında bunun meslekî olarak bir karşılığının olduğuna/olacağına inanmalıdır.

Meslek sevgisi ve motivasyona önem verilmeli… “Öğretmen Okulları” ruhu, günümüz şartlarında yeniden değerlendirilerek, günümüz batı dünyasındaki başarılı örnek ve uygulamalar da göz önünde tutularak bir senteze gidilmeli, hizmet aşkı-şevki daha muhteşem ve parlak bir şekilde yeniden canlandırılmalıdır! Öğretmenlik, sadece bu işi yapacak, kaliteli insanlara teslim edilmelidir.Bu hususta “Maârif Dâvâsı”na gönül verenler başta olmak üzere herkese büyük görevler düşmektedir.

Geçtiğimiz Kasım ayında Antalya’da düzenlenen Ulusal öğretmen Stratejisi Çalıştayı’nda gerek öğretmen seçimi gerek eğitim fakültelerinin, öğretmen yetiştiren kurumların yeniden yapılandırılması ve gerekse önümüzü görebilmemiz için uzun süreli  (50 yıllık) bir plân ve projeye duyulan ihtiyacın dile getirilerek somut kararlara imza atılması bir eğitimci olarak, geleceğe dair umutlarımızın artmasına vesile olmuştur.

 

İL/İLÇE MİLLÎ EĞİTİM MÜDÜRLERİ VE YETKİNLİKLERİ

"Sorunları bulup, tespit edip, çözüm önerileri getirip, bizim üstlenmemiz gereken rolü belirleyeceksiniz. O ilin sorununu ben bulup, tespit edip çözüm üretseydim, o ilin yöneticisine ihtiyaç olur muydu?" Öğretim yılı başında, il milli eğitim müdürlerini toplayarak yukarıdaki can alıcı soruyu yönelten sayın milli eğitim bakanı ezber bozmaya devam ediyor. Bundan birkaç yıl önce bir ilimizin eğitim sorunları ile ilgili kısa bir rapor hazırlamış ve bunu hazırlarken de il milli eğitim müdürlerinin görev ve sorumluluklarına göz atarken ilginç bir cümle ile karşılaşmıştım: “Görev alanındaki hizmetlerin daha iyi yürütülmesi ve geliştirilmesini sağlamak, gerektiğinde ilgili makamlara teklifte bulunmak”(Millî Eğitim Bakanlığı Millî Eğitim Müdürlükleri Yönetmeliği) Gerek kendi tecrübelerime dayanarak gerekse bazı yönetici arkadaşlarla görüşmelerim neticesinde çok rahatlıkla ifade edebilirim ki, sorumlu olduğu ilin eğitim sorunlarına ya da bakanlığın bir kısım uygulamalarına karşı, bir durum tespiti yapan, bu sorunlara dair alternatif çözüm önerileri getiren ve bunu da Bakanlığa arz eden İl milli eğitim müdürü bir elin parmağını geçmemektedir.

İl ve ilçe müdürleri başta olmak üzere tüm kurum yöneticilerini,  çağını doğru okuyabilen, birikimli, donanımlı, kişilikli, fedakâr, bilgiye dayalı cesaret sahibi, mesaî odaklı değil, iş/görev/sorumluluk ve vazife şuuru içerisinde çalışacak, hizmet edebilecek olanlar içerisinden dikkat ve özenle seçebilecek güvenilir,  geçerli, âdil ve şeffaf bir sistemi bir an evvel hayata geçirmek mecburiyetindeyiz.

Ayrıca son yapılan görevlendirmelerle ilgili olarak: Madem ki liyakat, yeterlilik, kişilik vb. bütün yönleriyle en iyiler içerisinden bir seçim yapıyoruz… O halde gerek Bakanlık merkez teşkilatında gerekse taşrada, İl müdürleri başta olmak üzere görevlendirilen tüm arkadaşların bir an evvel asaleten atanmaları gerçekleştirilmelidir.

 

DERS KİTAPLARI

AK Parti hükümetlerinin eğitim tarihine geçen ve özellikle de dar gelirli vatandaşlarımıza, öğrencilerimize büyük bir katkı sunan ücretsiz ders kitabı verilmesi projesi hiçbir kimsenin görmezden gelemeyeceği bir uygulamadır. Önceki eğitim-öğretim yılında 300 milyon liraya malolan ve bu yıl da zannederim aynı oranda bir maliyet getiren böylesi önemli bir hadisenin bir boyutu var ki bir vatan evladı olarak ciddi derecede beni rahatsız eden ve hamiyet /sorumluluk sahibi herkesi de harekete geçmeye zorlayacak bir meseledir… Hükümet yüzmilyonlarca lira harcayarak milyonlarca öğrenciye ücretsiz ders kitabı vermektedir fakat büyük şehir merkezleri şöyle dursun, kasaba hatta köy okullarında hiç te azımsanmayacak ölçüde bu kitapların bir sahifesi dahi açılmıyor; değişik gerekçelerle ister maddi durumu iyi olsun isterse ucuz bir ders kitabını alamayacak derecede fakir olsunlar sonuç değişmiyor, öğrenci ve veliler başka kaynakları almaya adeta zorlanıyorlar. Öğrencinin yapabileceği çok fazla bir şey yok! Öğretmen dersi hangi kaynak kitap ya da dokümandan işliyor, sınavlarda nereden sorumlu tutuyorlarsa ister istemez yönlendirilen kitap ya da fotokopiyi almak mecburiyetinde kalıyor.

Bu hususta çok ilginç bir örneği sizlerle paylaşmak istiyorum: Niçin devletin verdiği kitabı değil de başka hem de çok pahalı bir kaynağı kullanıyorsun diye bir öğretmene sorulduğunda “Bu kitap öğrencilerin seviyesinin üzerinde” diyebiliyor. Oysa görev yaptığı okul sınavla ve seçerek öğrenci alan bir ortaöğretim kurumudur. Esas daha ilginci ise, yine aynı ders ve kitapla ilgili olarak aynı branştan bir başka öğretmenin ise “Bu kitap öğrencilerin seviyesinin çok altında olduğu için kullanmıyorum” diyebilmesidir. MEB Talim ve Terbiye Kurulu’nun onayladığı ve ücretsiz olarak milyonlarca öğrenciye dağıtılan bu kitaplar kapağı dahi açılmadan dururken, yukarıdaki çelişkiye benzer sebeplerle öğrencilerin/velilerin zorunlu bir ihtiyaç olmadan başka kaynaklara yönlendirilmesi, büyük bir problem olarak karşımızda durmaktadır.

Burada bir hususun da altını çizelim ki sapla saman birbirine karışmasın: Eğer bir öğretmen elindeki müfredata ve plana uygun hareket ediyor, ders kitabını kullanıyor fakat buna ilave olarak ama zorlamayarak kabiliyetli ve istikbal vadeden öğrencilerini ek kaynaklara yönlendiriyor, bu kaynakları alamayacak durumda olanları okul derneği ya da başka kaynaklarla destekliyorsa; ya da yukarıdaki durumun tersine olarak şu veya bu nedenle sınıf seviyesinin altındaki bir öğrencinin eksiklerini tamamlamak amacıyla ek kaynaklara yönlendiriyorsa ancak takdir edilebilir.

Millî Eğitim Bakanlığı, ücretsiz olarak verdiği bu kitaplara sahip çıkmalı, dünyanın yeni bir krizin eşiğinde olduğu böylesi hassas bir dönemde bir milletin vergilerinden ayrılan eski parayla üçyüz trilyonluk böylesi bir maliyeti gözardı etmemeli, hem vatandaşın hem de öğrencilerin hukukunu muhafaza etmelidir.

 

SONUÇ

Gerek yukarıdaki zorunlu eğitim süre ve kademeleri gerekse öğretmen yetiştirme, istihdam gibi problemler ve diğerleri… Bütün bunlardan daha öncelikli olarak Eğitim sistemimizin asıl/temel sorunu bir “eğitim felsefesi”nin, “EĞİTİM FELSEFEMİZİN” olmayışıdır! Eğitim dünyamızın tüm paydaşları ve Millî Eğitim Bakanlığı tüm mesaisini bu dönemde sadece bu işe teksif etse, inanınız israf etmiş olmayacaktır. Merhum Nurettin Topçu’nun ifadeleriyle “Felsefesi olmayan milletin mektebi olamaz!”

İçinde bulunduğumuz şartların (tüm dünyadaki ekonomik küçülme de dâhil) hemen ya da kısa vadede ister kesintili ister kesintisiz olsun 12 yıllık bir zorunlu eğitimi kaldırabilecek, taşıyabilecek durumda olup olmadığı hususu eğitimciler, iktisatçılar, teknokratlar… hâsılı tüm paydaşlarca tartışılmalı…  Mevcut bina, derslik ve araç-gereç ihtiyacına yenilerinin eklenecek olması, uygulamadan kaynaklanabilecek muhtemel ekonomik ve sosyal problemler gözardı edilmemeli ve geçmişte yapılan hatalar tekrarlanmamalıdır.Kesintili ve zorunlu eğitim sürecinde yapılacak yasal düzenlemelerin öncesi ve sonrasında sunulan tüm katkılar değerlendirilmeli; pilot bölge ve okullarda denenmeli/uygulanmalı, görülen aksaklık ve eksiklikler hiçbir önyargıya kapılmadan tespit edilerek gereği yerine getirilmelidir. Hemen her aşamada tüm paydaşların görüşlerinden, düşünce ve tespitlerinden yararlanılmalıdır.

Sayıları yedi yüz bine dayanan bir eğitim ordusu ile milyonlarca öğrenciye ve—hemen her evde bir öğrenci olması dolayısıyla—tüm topluma hizmet veren, büyük bir sorumluluk taşıyan Millî Eğitim Bakanlığının gerçekten büyük ve çok sorunları olduğu bir gerçek... Ama en az onun kadar bir gerçek daha var ki, o da, eğitim sorunlarının tamamının kısa ve uzun vâdede çözülebilecek nitelik ve nicelikte oluşudur. Yeter ki “Eğitim tarihimiz” ve “Eğitimde yeni yaklaşım ve değerler” iyi bilinsin ve şimdiye kadar yapılan yanlışlardan gerekli dersler çıkarılabilsin. Ve yeter ki siyasî irade, kararlı kadrolar yoluna devam edebilsinler diye, desteğini sürdürmeye devam edebilsin.

Daha Cumhuriyet kurulmadan bir ateş çemberi içerisinde, 1921 yılında bir “Maarif Kongresi” toplayan bu millet, maddî anlamda Kurtuluş mücadelesi vererek bunu zaferle taçlandırmış fakat yine Topçu’nun ifadeleriyle bu milletin kültürel plânda “Kurtuluş savaşı/zaferi” henüz gerçekleşmemiştir!

Çağımızda hemen her alanda yaşanmakta olan hızlı gelişmeler, toplumlarda her şeyin yenilenmesini ve yeniden yapılanmasını gerektirmekte olup; bu durum eğitime de yansımakta, esasen bireysel ve toplumsal alanlardaki gelişmenin temel boyutunu eğitim oluşturmakta; bundan dolayı da, eğitimin, çağımızda ortaya çıkan bu değişim, gelişim ve yeniden oluşum süreçleri doğrultusunda yeniden yapılandırılması bir mecburiyet halini almaktadır.

“Zorunlu ve kesintisiz eğitim” uygulamasına,  “Öğretmen yetiştirme ve atama”  meselesine ve diğer “Eğitim sorunlarımıza” ciddî neşter vurarak, bu işi halledecek Millî Eğitim Bakanı, akademisyen ve bu hususta ona yardımcı olacak tüm kadrolar Eğitim Tarihimizdeki hak ettikleri yeri alacak ve bu ülke, bu millet onları hiçbir zaman unutmayacaktır!



*Öğr. Gör. Harran Üniversitesi. Eğitim Fakültesi

[1]Atama Yönetmeliğinde eşi emekli olanlarla ilgili olarak zikredilen 6 ay içerisinde tabiri, 1 yıl olarak düzeltilmelidir. Çünkü emeklilik genellikle ya ocak ya da temmuz ayında tercih edilmekte. Ocak ayında emekli olan birisinin eşi temmuz döneminde başvurabilmekte fakat bu başvuru ağustos ayında olursa böyle bir hakkı kullanamayacaktır. Emekliliği ağustos ve eylül ayından sonra gerçekleşen bir başkasının eşi ise mevcut duruma göre altı aylık süreyi aşacağı için eş durumu/özür tayin isteğinde bulunamayacaktır. İnsan Kaynakları Genel Müdürlüğü ve mevzuatla ilgili birimlerin nazar-ı dikkatine arz olunur.

Önceki ve Sonraki Yazılar