Taaşşuk-i MEB Ve Taht-ı Revan

          Şemseddin Sami’ nin Taaşşuk-ı Talat ve Fitnat adlı romanının kahramanlarından Talat, bir kalemde çalışmaktadır, işe gider gelirken tütün almak için uğradığı Hacı Babanın dükkanında onun üvey kızı olan Fitnat’ı görür ve ona aşık olur. Fitnat da kafes aralıklarından gördüğü Talat'a âşık olmuştur. Titiz ve huysuz bir adam olan Hacı Babanın, üvey kızının dışarıya çıkıp kimseyle görüşmesine izin vermediğini öğrenen Talat, tek çareyi Fitnat’a nakış öğreten Şerife Kadınla tanışmakta bulur. Bunun için de kız kılığına girer ve Ragıbe adını alarak, Şerife Kadının evine nakış öğrenmeye gider. Şerife Kadın, Fitnat’la Ragıbe'yi tanıştırır. Talat, Fitnat’ın da kendisine âşık olduğunu anlayınca, ona kendisini Talat'ın kız kardeşi olarak tanıtır. Talat artık her gün tebdil-i kıyafet Fitnat’ın evine gitmektedir. Şerife Kadın, Üsküdar'da Toptaşı'nda bir konağın sahibi, zengin ve dul bir adam olan Ali Bey'le Fitnat’ı evlendirmeyi düşünür. Fitnat ise bu haberi duyunca çılgına döner. Ragıbe'ye bu haberi verdiği gün gerçek ortaya çıkar. Ragıbe, Talat'ın ta kendisidir. İki genç şayet evlenemeyecek olurlarsa intihar etmeye karar verirler. Fitnat’a evdekiler bir hile yapar ve onu Ali Bey’le nikâhlarlar ve yazlığa gidiyoruz diyerek düğün evine götürürler. Gerçeğin farkına varan Fitnat, kendini Ali Bey'e teslim etmez. Aralarındaki tartışma esnasında, Fitnat’ın boğazında asılı olan muska Ali Beyin elinde kalır. Muskayı açıp okuyan Ali Bey, onun öz kızı olduğunu öğrenir. Telaşla Fıtnat'ın odasına geri döner. Ancak vakit çok geçtir, genç kız bir çakıyla intihar etmiştir. Bu arada Talat da gelir. O da sevgilisini kanlar içinde görünce dayanamaz ve ölür. Şuur kaybı geçiren Ali Bey de sadece altı ay yaşar.

             Şemseddin Sami’nin kısaca özetini sunduğum, Taaşşuk-ı Talat ve Fitnat romanının konusu, Talat Bey ile Fıtnat Hanım’ın sonu hüsranla biten aşklarının acıklı hikâyesidir. Şöyle bir düşünüyorum da Şemseddin Sami, günümüzde yaşasaydı diyorum ve hasbelkader Milli Eğitim camiası ile içli dışlı bir işle iştigal ediyor olsa idi, Milli Eğitimde idareci olsa idi mesela, sanırım kaleme aldığı romanının adı “Taaşşuk-ı MEB ve Taht-ı Revan” olurdu. Biraz gülümsetiyor insanı ama MEB in idarecilikle ile ilgili harcadığı zamana bakarsanız hak vereceksiniz. Yine Şemseddin Sami maarif işleriyle ilgileniyor olsaydı, bu İdarecilik süreci, onu o kadar yoğun bir şekilde meşgul ederdi ki; ne Talat’ı ne de Fitnat’ı, ne de onların Taaşşuk-ı’nı düşünecek vakti kalırdı fakirin.           

          Şemseddin Sami’nin romanındaki senaryonun kötü bir kopyasını andıran, bir türlü sonlanmayan, girift bir idareci atama ya da atayamama furyasıdır gidiyor ki, maazallah akıllara zarar. Neredeyse iki yıldır sürüyor. Birileri bir şey yapıyor, diğerleri onu bozuyor, başkaları başka bir şey yapıyor. Sonra o yapılanı mahkeme bozuyor. Haydi, yeniden sil baştan. Ancak sil baştan yapıyorsun da, her şeyi de silemiyorsun bazen. Geride kırık dökük hayatlar, vazgeçmişlikler, küskünlükler, kırgınlıklar bırakıyorsun ki, Fitnat’ın sonundan daha kötü vallahi. Ali Bey’in gerçeklerle yüzleştiği an gibi, Sanırım Sayın Bakanın da bu tür bir yüzleşme yaşamasına ihtiyacı var. Ali Bey’in aslında Fitnat’ın öz babası olduğu gerçeğini anladığı gibi Sayın Bakan da aslında Öğretmen ve idarecilerin öz babası olmasa da “Devlet babası” olduğunu anlaması gerekmektedir. Ancak bu farkındalığa ulaşmada, Roman kahramanı Ali Bey’in artık çok geç kaldığı gibi geç kaldığını da düşünmüyor değilim. İş işten geçtikten sonra, “yahu ben sizin babanızım, hepinizi ayrım yapmadan, şefkatle kucaklıyorum” diyecek belki ama kimse o saatten sonra artık ona inanmayacak. Dönüp geriye bir bakacak ki; ne Talat kalmış ne Fitnat ve ne de tutkulu bir aşk.

          Taht-ı Revan, dört kişi ile taşınan, dört kollu bir nakil vasıtasıdır aslında. Olmadı katırlarla da taşınır. Allah geçinden versin, sizi sonsuzluğa nakleder. Böylesi bir gerçeklik göz önünde iken, taht aşkını anlamak için dimağı biraz zorlamak gerekiyor. Yaşı ortaları biraz geçkince onca akl-ı selim kişiler, sanki her işi bitirmiş; varsa yoksa idareci, varsa yoksa koltuk, varsa yoksa taht… Bu denli taht aşkının anlaşılmazlığı ancak iyi bir sosyo-psikolojik tahlil gerektirir ki çözüme kavuşsun ve anlaşılabilsin.  Bu meseleye, “aşkın bir derviş” edasıyla cevap verecek olursak; “Sizin tahtınıza da tacınıza da…” deseniz yeridir. Ya da bir filozof edasıyla; artık “gölge etmeyin başka ihsan istemem.”

        Ama bu ülkenin eğitime, öğretime, bilime, sanata, okula, öğretmene, idareciye ihtiyacı var. Bırakın liyakati olan buralarda bulunsun. Bırakın artık bu taht aşkını da asıl işimiz olan eğitim öğretim işlerine kafa yoralım, enerjimizi daha fazla boşa harcamayalım. Taht, “taht-ı revana” dönmeden bir şeyler yapalım.

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.