Tamamlanamamış Devrimler

Yazımıza bir yargıyla başlayalım: tamamlanamamış devrimler çok daha fazla acıtıcı oluyorlar.

Devrim derken tabandan başlayan ve halkın esas aktör olarak ortaya çıktığı halk hareketlerini kastediyorum.

Askerin gücünü kendi halkına karşı kullanan, ordu eksenli devrimler tasnifimiz dışındadır ve aslında onlar devrim değil halkın iradesine dayatılmış bir tasalluttur.

Özellikle İslam coğrafyasında ya da üçüncü dünya ülkelerinde bir halk hareketi kıvılcımı tutuşmaya görsün “batı” illa onun bir tarafına, şöyle veya böyle ilişiyor ve o oluşumu maniple etmek için akıl almaz bir efor sarf ediyor.

Mesela Sırplar, Bosna Hersek’li Müslümanları yok etme kararı aldıklarında ve bunu uygularken bütün olandan bitenden “batı” haberdardı.

Yıllarca üç maymun rolünü oynadılar; duymadılar, görmediler, hakikati ifade etmediler.

Ne zaman ki dövüle dövüle yok olma aşamasına gelen Bosna Müslümanları, “boşu boşuna ölmeyelim, biz de ellerimizle de olsa canımızı alan, namusumuzu kirleten, mukaddesatımızı tarumar eden Sırp ve Hırvat kâfirleri öldürelim” dediklerin de, “batı” iyi polis yönünü göstermeye başladı.

Aslında Müslümanlar için hiçbir şey ifade etmeyen kurumlarını devreye soktu.

Bosnalı Müslümanlara “Dayton Antlaşması” (http://tr.wikipedia.org/wiki/Dayton_Anla%C5%9Fmas%C4%B1 ) dayatıldı, kırk katır mı, kırk satır mı anlayışıyla.

Hâlbuki Bosnalı Müslümanlar geç te olsa kendi ordularını kurmuşlar ve çok ciddi operasyonlara başlamışlardı.

Eğer Dayton Antlaşmasıyla durdurulmasalardı, Sırpları dize getirip bütün Yugoslavya Müslümanlarına hürriyet kazandırmaları birkaç haftalık bir meseleydi.

“batı” bütün acımasızlığıyla devreye girdi ve çağımızın en önemli liderlerinden Aliya İzzet Begoviç’e kerhen imza attırdılar.

Sonuçta Bosna İslami Devrimi yarım kaldı.

Bu gün oradaki sıkıntıların temelinde bu yarım kalmış devrimin hedefine ulaşamaması vardır.

Böyledir bu işler.

Nerede olursa olsun, bir işte Batı’nın eli varsa ve hele o işin mekanı bizim ülkelerimiz ise, orada her daim üflemeyle parlayacak problem közleri bırakır onlar.

Ne zaman onların çıkarlarına bir tehdit oluşursa bu közler üflenir ve genellikle ilk etapta “maşalar” devreye girerler.

Maşalar bazen çok kavi olabilirler.

Rütbeleri, göreceli güçleri halkın gözünü yıldırabilir.

Yılmayan halk, kendi bağrından çıkan, teriyle beslediği bu güce karşı silahı olmadığı için en değerli varlığını, canını ortaya koyar.

Mısır’da olan budur.

Tunus’ta olacak budur.

Libya’nın başka seçeneği yoktur.

Ve hatta Türkiye’yi bekleyen tehlike de budur.

Maalesef, ya devrimleri minel bidaye ilen nihaye kendimiz götüreceğiz ya da yaşadığımız acıları kanıksayacağız.

Esas kurtuluşumuz, kendi işimizi, kendimizin kotarmasıdır.

Hiç olmazsa Suriye’de bunu gözetelim.

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.