Kutlu Doğum’u Beklerken

Kutlu Doğum’u Beklerken

Kutlu Doğum’u Beklerken

Yeni bir kutlu doğuma ihtiyacımız olduğu mevsimde, yine  bir Kutlu Doğum  arefesindeyiz. Kutlu doğumun gerçekleştiği zaman kadar acil ihtiyaç var “Kutlu Doğana”. Yeni olanın eskitildiği, eskinin parlatıldığı bir dönemde “İnsanlık ziyandadır” ayetinin tecelli ettiği günler yaşıyoruz. Son  gelen İlahî Kelam’ın mü’minler için vadettiği müjdeleri bekliyoruz.

Ya  Nebi(sav), insanlık can çekişiyor.   Artık medenîlerin(!) mızrakları çuvala sığmıyor. Küfrün tek millet olduğunu ispat edercesine müttefikler İslam’a karşı. Hz. Cafer’in yetimleri milyonları aştı, bir avuç sadık mü’min başlarını okşamaya yetmiyor. Enesler seni bekliyor. Bırak kuşu ölen çocuğa baş sağlına gitmeyi, ümmetin yetimlerinin cenazelerine yetişemiyoruz. Doğduktan sonra toprağa gömülenlerin yanına, yakılanlar, zehirlenenler, organları için yedek parça niyetine    parçalanan ve senin çok sevdiğin çocuklar da eklendi zülüm listesine. Yetime kol kanat geren Abdulmuttalipler, Ebu Talipler, yetimi doyuran Fatımalar  yok artık. Halime’nin devesi süt vermiyor, hurmalıklar kurudu.  Yetimlerin tutundukları dallar ellerinde kalıyor, sığınılan yerlerde seni temsil eden yetimler sömürülüyor, yok ediliyor.  Yetim malına yaklaşanlar ilahi emir gereği korumak için değil, el koymak için geliyor.

Bir zamanlar İslam fetihleriyle  aydınlanan topraklar, yükü bilgelik ve erdem olan, nur taşıyan Tuna, Nil, Dicle, Fırat … artık ümmetin  kanlarıyla  kırmızı akıyor yıllardır.   Senin ümmetin olmaktan başka suçu olmayan mü’minlerin yükünü taşıyamıyor, zalimlerin akıttıkları mazlum kanını temizleyemiyor. Mazlum denilince akla ilk Müslüman geliyor. Hicret edecek Habeş çölleri, Yesrib diyarı, sığınılacak Neçaşiler yok. Cennetin ayakları altında olduğu mü’mine anneler   şimdi cahiliye zulmünden fazlasını yaşıyor.  Hz. Sümeyye’nin “ahad”ları kulaklarımızda çınlıyor, her an yaşıyoruz, hatırası hep  taze. Zira her gün yeni Sümeyyeler katılıyor mazlumlar kervanına.  Aklımıza  Taif dönüşü yaptığın duâ geliyor ve yalvarıyoruz senin niyazınla “…İlahi! Eğer bana karşı azaplı değilsen, çektiğim mihnetlere, belalara hiç aldırmam. Fakat senin esirgeyiciliğin bunları göstermeyecek kadar geniştir. Sana sığınırım…” İslam ümmeti, Muhammedî yetimliği Senin (sav) Refik-i Âlâ ya yoculuğunda bile bu kadar hissetmedi.  

Ya Rasulallah (sav). Sen cahiliye çağını aydınlatan güneş gibi doğmuştun ya karanlıktaki insanın üstüne. Yeniden karardı ufuklar; aydınlık geleceği, Sen’i bekliyor. Cahiliye çağını zifiri karanlıklara gömdüğün asırlar uzaklarda kaldı. İbrahimî dinlerin sonuncusunun, en yeninin, en sonuncunun ve senin  insanlığı aydınlattığın nur, diğerlerinin yangın yerine çevirdiği dünyada isin pusun gölgesinde kaldı, mübarek adın okunamaz oldu. Küfrün hileleri kamaştırdı gözümüzü. Cahiliye alışkanlıkları yeniden parlatılıyor dünyada. Sadece  İslam’ın  yaşanmadığı yerlerde değil,  günde beş defa tekbirlerle, şehâdetlerle  inleyen, tarihi İslâm kokan topraklarda da cahiliye alışkanlıları kendisine alan buldu. İbn Selül’ün yoldaşları her tarafta her kılıkta dolaşıyor diyar-ı İslâmı ve zaferler kazanıyorlar  Ebu Bekr-i Sıddıklar karşısında. Risaletinle sönen Mecusî ateşi  ümmetin yaşadığı her yerde yeniden  yakıldı. Bu seferki öyle büyük ki söndürdük sandığımızda içimizden biri, bize benzeyen biri yeniden alevlendiriyor ve bu ateş hep ümmetini yakıyor. Kisra’nın sarayları yeniden inşa edildi. Bir Ömer, bir Ebi Vakkas lazım yerle yeksan etmeye. Yemame bir Halit b. Velid; Miraç durağı Kudüs bir Selahaddin-i Eyyübî;  Kosova bir Sultan Murat bekliyor, lakin içimizdeki münafıkların tuzaklarından kurtulamıyoruz. İşledikleri cinayetler ümmetinin hanesine yazılıyor. Katleden onlar, katil damgası vurulan senin ümmetin. Neyse ki Allah biliyor, melekler şahittir ki senin ümmetin zulmetmez.

 Ebu Cehil’in mirasçıları en büyük paya sahip dünyada Ey Rasûl(sav). Ebu Leheb’in eli kurumadı hâlâ. Dünyada yaktıkları fitne ateşine odun taşıyor.  Bedir’in intikamını almaya devam ediyorlar.  Uhud şehidi Musab’ın yolundan giden alimler de şehadete eriyorlar. Şehitler Sultanı Hamza’ya atılan mızrak  kalplerimize saplanmış duruyor, çıkaramadık. Vahşi’yi kiralayanlar gücüne güç kattı. Selman’ın adı kaldı. Hendekler dolduruluyor, Amr’lar hendekleri atlıyor. Mute’de Bizans’a uzanan seyfullahlar artık parlamıyor, oklar menzile yetişmiyor.  Hayber de Haydar-ı Kerrarın zülfikarı kırıldı. Yedi kale yetmiş oldu Hayberde,  artık fethedemiyoruz.

 Veda tepelerinden doğan güneş artık içimizi ısıtamıyor, yolumuzu aydınlatmıyor. Cemel’in, Sıffin’in, Kerbelâ’nın üzerinden asırlar geçti, ama Kerbelâlar, kerbîbelalar bitmedi müslümanların coğrafyasında. Göz nurunu şehit edip bunu İslam adına yaptığını söyleyenlerin sesi hâlâ karşılık buluyor. Bilmiyorlar ki onun boynuna inen  kılıç  müslümanları kaç parçaya ayırdı? Bedenine değen her ok milyonların kalbini deldi geçti.   Gövdesinden koparılan başı bütün ümmeti başsız bıraktı. Mezhebi dinin önüne geçiren bir güruh Beytullahlarda Beytin Sahibinin kullarını, ümmetini  katlediyor. Sonra da Bedir kahramanı endamıyla “Allahu Ekber” diyor. Sanki İlahî Kelam ve  Sen(sav) mü’minleri Yesrib te kardeş  ilan etmedin… Cahiliye çağının Hılful Fudûlünü, haram aylarını mumla ararar olduk.

Ey Ahmed-i Mahmud (sav), Şirke karşı tevhidi öğretmiştin ümmetine, İsevîlerin, Musevİlerin yaratıcıyla aralarına koydukları ruhban sınıflarını, putlarını kaldırmıştı ya İslâm.. Allah’ın Kitabı’nın ve Senin(sav) sünnetinin yeteceğini söylemiştin ümmetine. “Kur’an bize yeter, sünnete gerek yok diyen” güruhlar var. Hayır, hayır, Sen’siz olmaz ya Rasulallah(sav), senin kılavuzluğun olmazsa olmaz. Sen “en güzel örnek” sin bize. Bir de onlara “Biz son Rasûlün izinden gidiyoruz.” deyip zalime rahmet okutacak zulmü  ümmetine yapan bîbahtlar katıldı. Dökülen Müslüman kanı, dökenler İslâm olduğunu söylüyor.  Malikler, Müseylimeler, Secahlar kol geziyor İslâm diyarında.  Seninle ümmetinin arasına duvarlar örüyorlar. Aracılar girdi aramıza Ya Rasulallah (sav).  Allah’ın kelamıyla aramıza başka kitaplardan kaleler yaptılar, Kur’an dan önce onlara bakalım da Kelamullah’ı göremeyelim diye, gürültü yaptılar; duyamayalım diye, aramızı açtılar tutunamayalım diye. Mescid-i Dırarlar inşa ettiler bütün olamayalım diye.

Seninle  insanlık, ahde vefayı öğrenmişti. Hudeybiye de Ebu Cendel’i gördüğünde yüreğin parçalanmıştı da  müşriklere verdiğin sözden dönmemiştin. Şimdi mü’min olanlar birbirlerine verdikleri sözlerden dönüyor. Hani bunlar münafıklık alametiydi. Liyakati öğretmiştin bize. Azatlı köle Bilâl, müezzinin; Âmâ Ümmi Mektum, vekilin;  evlatlığın Üsame komutanındı. Onları görmüştük en önemli işlerin başında.  Şimdilerde durum değişti. Hz. Bilal’in ezanı gibi çağırmıyor hiçbir ezan bizi kurtuluşa, kendi tutkularımızdan kurtulamıyoruz ki kurtuluşa erelim. İslâm diyarında Ebû Zer Rebeze de hâlâ sürgün, ümmetinin bir kısmı da dünyalık hesabın içinde. Zinnureyn Osman gibi servetini Allah yolunda harcayanların sayısı çok azaldı. Bir kısmı da Allah yoluna diye kendi değirmenine su taşıyor. Senden öğrenmiştik ırka, kuvvete dayalı bir üstünlüğün olmadığını. Haklının her zaman güçlü olduğunu, helalleşmenin hesaplaşmaktan daha önemli olduğunu öğretmiştin bize. Bu sınavı da geçemedik Ya Muhammed (sav). Hani suç işleyen birinin soyundan dolayın affını istemek için aracılık eden Üsame’ye kızmıştın da, “Kızım Fâtıma da hırsızlık yapsa onun da elini keserdim…” buyurarak cahiliye çağındaki adaletsizliği zemmetmiştin ya,  şimdi cahiliye çağını yeniden yaşıyoruz.  Güçlüler her zaman haklı haklı, soylular(!) daima önde.. Dünyanın adaleti örümcek ağı gibi,  güçlüler delip geçiyor, zayıflar takılıp kalıyor. Takılanların çoğu senin yetim ümmetin.

Ey Nebi (sav), Uhud artık sadece  bir dağ, unuttu ümmetin Uhud’da verilen dersi; Ayneyn tepesi boşaldı. Düşman her taraftan saldırıyor. Ebu Dücaneler yok etrafında, Ebu Süfyan terketmedi şavaş meydanını. Bedir sadece bir kuyu artık, Sevr saklamıyor bizi kötülüklerden. Örümcek yuvasına çekilmiş,  güvercinler başka diyarlara uçmuş. Hira bize “Yaradan Rabbinin adıyla oku” demiyor, taş kesiliyor adeta. Erkam’ın evinin  adı kaldı. Ama  Daru’n Nedve tam kapasite çalışıyor. Huzuruna vardığımızda gül kokan ravzanın  kokusunu alacak temiz nefeslerimiz yok artık.   Ravzan ile aramızda sadece demir parmaklıklar yok, buzdan kaleler var ki kalbimizde senin sevginle yanan ateş eritmeye yetmiyor.  Hz. İbrahim’in, Hz. İsmail ile yaptığı, Kâbe sanki yastan siyahlara bürünmüş. Hacer’in koştuğu Safa- Merve arasında ayaklarımıza taş batmıyor ancak Ebu Cehil’in yoluna döktüğü dikenler yüreğimizi kanatmaya devam ediyor.  Haremeyn’in hatırası görkemli dünyalıklarda kaldı. Şeytanı mı taşlıyoruz, şeytan bizi mi taşlıyor belli değil. Arafat’ta vakfelerimize vâkıf değiliz. Arafat’ı yeni bir başlangıç yapamıyoruz, yeni ve temiz sayfalar açılmıyor, her çevirdiğimiz sayfa siyah, üstüne kara kalemle yazıyoruz, yazdığımızı zannediyoruz. İçinde bulunduğumuz Cahiliye çağından çek çıkar bizi Ya RASULALLAH (sav).

Ya Nebi(sav), sana Bayrak şairin davetini tekrarlıyoruz

Gel, Ey MUHAMMED, bahardır.
Dudaklar ardında saklı
Aminlerimiz vardır! ..
Hacdan döner gibi gel;                                                                                                                   
Mirac’dan iner gibi gel;

Bekliyoruz yıllardır!                                                                                                    Vural ÇAKIR   

                                                                                                                       vuralcakir52@gmail.com      

Etiketler :
HABERE YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.