Cuntacılar astı, Halk anıtını yaptı!

İdam edilişinin 51. Yılında Türkiye Cumhuriyeti devletinin 9.Başbakanı merhum Adnan Menderes ve arkadaşlarını rahmetle anıyorum. Onun kimliği, kişiliği ve siyasete girişinden, idam sehpasına götürülüşüne kadar olan adanmışlığı hala milletimizin hafızasında terütaze durmaktadır.  Çünkü O sıradan bir lider değil; tek parti ve şeflik döneminin yarattığı baskı, zulüm, geri kalmışlık, kitlesel açlık, milli, manevi ve ahlaki değerlere karşı başlatılan savaşa göğsünü siper eden bedelini de canıyla ödeyen halk kahramanıdır.

Cumhuriyetin kuruluşundan sonra 1931-1950 yılları halkının %99’u Müslüman olan milletimiz için adeta bir fetret devri olmuştur. Bu dönemde din halkın hayatından tecrit edilmiştir. Camiler kapatılarak, depo ve ahır olarak kullanılmıştır. Dini yayınlar yasaklanmış, yayınlanan dini eserler toplatılmıştır. Dini kavramlar ders kitaplarından çıkartılmış, ezan Türkçeleştirilmiş, Kuran yasak kitaplar arasına sokulmuştur. Medreseler ve onun yerine açılan İmam ve Hatip mektepleri birer birer kapatılmıştır. Müslüman çocuklarına namaz surelerini okutan hocalar suçüstü mahkemelerine sevkedilmiştir. Camilerde namaz kıldıracak imam, minarelerde ezan okuyacak müezzin, ölüleri defnedecek görevli bulunamaz hale gelmiştir. Halk dini ihtiyaçlarını gidermek için yasal olmayan yollara itilmiş, dini bilgileri ehil olmayan ve sorumluluğu bulunmayan kişilerden gizlice öğrenmek zorunda bırakılmıştır. Devletin baskıcı ve dayatmacı gücü halka karşı kullanılmış, ülkemizi işgal eden işgal güçlerinin yapmak isteyipte yapamadıkları birçok zulüm ve işkence tek partili CHP iktidarı döneminde yapılmıştır.

1931 yılında CHP’ Milletvekili seçilen ve daha sonra CHP’nin baskıcı tutumuna ve  din düşmanlığına  karşı yaptığı sert muhalefeti sebebiyle 1945 yılında partiden ihraç edilen Adnan Menderes’in Celal Bayar, Fuat Köprülü ve Refik Koraltan ile birlikte “Yeter Söz Milletindir” Sloganıyla halka din ve vicdan özgürlüğü, sosyal refah ve adalet vadeden DP’nin kurulmasıyla birlikte halkın dilinin bağı çözülmeye başlamıştır.

Seçim kanunu değiştirilerek ''açık oy-gizli tasnif'' sistemi yerine ''gizli oy-açık tasnif'' sistemi ve yargı güvencesi getirildikten sonra 14 Mayıs 1950’de yapılan ilk seçimde CHP yüzde 39,4 oy alırken DP yüzde 52,7,oyla halk tarafından tek başına iktidara getirilmiştir. Bu seçimden sonra Cumhurbaşkanlığına Celal Bayar, TBMM başkanlığına Refik Koraltan seçilirken, Adnan Menderes de Türkiye Cumhuriyeti Devletinin İlk sivil muhalefet partisini kuran ve ilk sivil Başbakanı olarak tarihe geçmiştir.

DP İktidarı ile birlikte halkın özlemle beklediği demokrasi, insan hakları ve özgürlük alanlarının genişlemesiyle birlikte Din vatandaşın hayatında yeniden hayat bulmuştur. Dini yayınların yasaklanması kaldırılmış, Ezan asli şekliyle Arapça okunmaya, İmam-Hatip okulları ve Kuran kursları camiler bir bir serbestçe açılmaya başlamıştır.

 Refah, huzur ve özgürlüğün tadını almaya başlayan halk 1954’te yapılan seçimlerde % 57, 1957 yılında yapılan seçimlerde ise % 48 oyla DP’yi tekrar iktidara taşımıştır.  ‘Yeter söz milletindir’ sloganıyla kazandığı seçim zaferiyle tek partili şeflik dönemini sonlandıran Adnan Menderesin iktidarı; 27 Mayıs 1960 sabah saat 04.00'te Kurmay Albay Alparslan Türkeş in ''Bugün, demokrasimizin içine düştüğü buhran ve en son müessif hadiseler dolayısıyla ve kardeş kavgasına meydan vermemek maksadıyla, Türk Silahlı Kuvvetleri, memleketin idaresini eline almıştır'' diye başlayan ve TSK'nın yönetime el koyduğunu ifade eden radyodan okuduğu bildiriye kadar devam etmiştir.  

Adnan Menderes, aynı gün yurt gezisi kapsamında bulunduğu Kütahya'da Albay Muhsin Batur tarafından gözaltına alınarak önce Ankara'ya oradan da diğer tutuklu DP li üyelerle birlikte Yassı Ada’ya götürülerek hapsedilmiştir. Menderes ve diğer DP üyeleri, Yassıada'da kurulan Yüksek Adalet Divanı tarafından aralarında ''Örtülü Ödenek'', ''6-7 Eylül Olayları'', ''Vatan Cephesi'' gibi 13 ayrı davadan 9 ay 27 gün süren yargılama sonucunda 14 kişinin idamına, 31 kişinin de ömür boyu hapse mahkûm edilmesine hukuksuz bir şekilde karar vermiştir.

 Celal Bayar, Adnan Menderes, Hasan Polatkan ve Fatin Rüştü Zorlu dışındakilerin idam cezaları çeşitli sebeplerden dolayı affedilirken Fatin Rüştü Zorlu ve Hasan Polatkan 16 Eylül 1961'de sabaha karşı, Adnan Menderes ise İmralı Adası'nda 17 Eylül 1961'günü sağlık muayenesinden geçirildikten sonra saat 13.21’de gün ortasında idam edilmiştir. (Türkiye tarihinde gündüz idam edilen ilk ve tek kişi Adnan Menderestir. Allah Rahmet eylesin.)

Adnan Menderes sadece bir siyaset adamı değil, Kurtuluş Savaşı’nda bir subay olarak cephede savaşan İstiklal Madalyası sahibi gazi bir kahramandır. İdama giderken bile cesaret ve metanetini koruması, bırakın halkına küsmeyi kendisine gerek siyasi hayatında gerekse tutuklu kaldığı sürec içinde iftira, aşağılama, suçlama, insanlık dışı işkencelerde bulunan cuntacılara bile terbiye ve nezaket ölçüsünü aşmadan ''Sizlere dargın değilim. Sizin ve diğer zevatın iplerinin hangi efendiler tarafından idare edildiğini biliyorum. Onlara da dargın değilim. Kellemi onlara götürdüğünüzde deyiniz ki, Adnan Menderes hürriyet uğruna koyduğu başını 17 sene evvel almadığınız için sizlere müteşekkirdir. İdam edilmek için ortada hiçbir sebep yok. Ölüme ne kadar metanetle gittiğimi, silahların gölgesinde yaşayan kahraman efendilerinize acaba söyleyebilecek misiniz? Şunu da söyleyeyim ki milletçe kazanılacak hürriyet mücadelesinde sizi ve efendinizi yine de 1950'de olduğu gibi kurtarabilirdim. Dirimden korkmayacaktınız. Ama şimdi milletle el ele vererek Adnan Menderes'in ruhu ebediyete kadar sizi takip edecek ve bir gün sizi silip süpürecektir. Ama buna rağmen duam sizlerle beraberdir. Allah devlete ve millete zeval vermesin. Hayata veda etmek üzere olduğum şu anda, devletime ve milletime ebedi saadetler dilerim. Bu anda, karımı ve çocuklarımı şefkatle anıyorum.” Diye dua etmesi onun büyüklüğünün ve ona bu zulmü reva görenlerin ise alçaklıklarının bir göstergesidir.

19 Eylül 1961 tarihli Milliyet Gazetesi’nde infazı gerçekleştiren başsavcı Ömer Altay Egesel tarafından: “Menderes’in son söz olarak ‘Hatalarımın ve çocukluklarımın cezasını çekiyorum.” şeklinde söylediğini ifade etmesi ne yazık ki Menderes’in hayatında sürdürülen karalama kampanyasının Onun ölümünden sonra da devam ettirdiklerinin ve olayları çarpıttıklarının açık ifadesidir.  Oysaki Adnan Menderes’in son sözleri “Hayata veda etmek üzere olduğum şu anda, devletim ve milletime ebedi saadetler dilerim. Bu anda, karımı ve çocuklarımı şefkatle anıyorum.” Şeklinde olmuştur. Bu alçaklığın bir başka belgesi de merhum Menderes’in idamı için kullanılan ipin, idam gömleği ile cellât ve imamın son gün yiyip içtikleri masrafın parasının da eşi Berrin Menderes’ten istenmiş olmasıdır. Bu muamele onu idam sehpasına götürenlerin zalimliklerinin tescili kadar intikam duygusu içinde hareket ettiklerinin ve densizliklerinin de belgesidir.

Acaba 10 yıl aralıksız başbakanlık yapan bir siyaset adamını idama götürecek yanlış ve yanlışlar neydi sorusuna cevap bulmakta hala zorlanıyoruz. Menderes’ten önce ve Menderes’ten sonra milli ve manevi, değerlere saldırılarını, yargısız infazlarını, gençlerimizin hayatlarını mahfeden, geleceklerini karartan eğitim, öğretim ve sosyal güvence haklarını ellerinden alan icraatlarla  ilgili kararların altında imzası bulunan başbakan ve bakanlar Menderes’le birlikte adil yargıçlar tarafından yargılanmış olsaydı her halde idam edilmeyecek başbakanların en başında Menderes gelirdi. Menderes’in yaptığı ve yapmayı tasarladığı  icraatlarına bakıldığında ne yargılanacak, ne sorgulanacak ve nede idam edilecek bir durum yoktur.  Bunun cevabı ancak kurt - kuzu hikâyesi ile izah edilebilir.

             Menderes’in görevde bulunduğu 1950-1960 dönemi kendinden önceki dönemlerin altın çağı olduğu gibi, kendinden sonraki dönemlerde elde edilen başarılara da ışık tutmuştur. Her kalkınma hamlesinin altında onun imzası vardır.  Türkiye’nin iç ve dış siyasetindeki büyük gelişmeler ve değişmeler bu dönemde yaşanmıştır. Sanayileşme ve şehirleşme hamlesi bu dönemde başlatılmıştır. Tarım makineleştirilerek kara sabandan pulluk ve traktöre bu dönemde geçilmiştir. Türkiye kalkınma kavramıyla ilk defa onun döneminde tanışmış ulaşım, enerji, eğitim, sağlık, sigorta ve bankacılık alanlarında dev adımlarla ilerleme bu dönemde başlatılmıştır. Üretimde ciddi şekilde artışlar bu dönemde baş göstermiştir. Türkiye ekonomisi ortalama olarak, yıllık yüzde 7,8 oranında bu dönemde büyümüştür.  Türkiye'nin GSMH'si Dünya toplamının binde 6.43 den, binde 7.52' ye bu dönemde yükselmiştir.

            Türk Halkı, DP iktidarı döneminde tarihinde hiç göremeyeceği kadar rahat bir yaşam sürmüştür. Ülkenin dört bir yanında huzur refah, mal ve can güvenliği hâkim olmuştur. Sosyal, ekonomik, eğitim alanlarında uygulanan politikalarla köylüler, işçiler, memurlar ve geniş halk kitleleri hayatlarında ilk defa rahat yüzü görmüşlerdir. Bunun doğal sonucu olarak DP, on yıl boyunca ülke yönetiminde söz sahibi olabilmiştir.

Kısaca DP iktidarı döneminde Türkiye’de darbeyi gerektirecek bir durum olmamıştır. Ancak, Adnan Menderes’in eylem ve söylemleri Din ve vicdan özgürlüğü alanında yapılan hamleleri, halkın huzur ve refahını sağlayıcı çalışmaları ne yazık ki milli ve manevi değerlere karşı olan din ve vicdan özgürlüğünden, halkın huzur ve refahından rahatsızlık duyanları başkalarının özgürlük alanlarının genişletilmesini kendi özgürlük alanlarının daraltılması gibi değerlendiren Siyonist güçleri ve onların işbirlikçilerini rahatsız etmiştir.

Adnan Menderesi idama götüren sebep; ne bebek, ne de köpek davası, ne Marshall yardımı ne demokratik hak özgürlüklerin kısıtlanması, ne de Kore’ye asker gönderilmesidir. Onu darağacına götüren sebep Menderes’in, şu sözlerinde gizlidir: “Ben Müslüman’ım. Müslüman olduğumdan da şeref duyuyorum. Müslümanlığın çağdaşlaşması için çalışmalarımız var. Açtığımız okullar bunun delilidir. İslam dininin büyüklüğü, insanî yönü, adaleti, ilmi ile en mükemmel dindir. Türk Milleti Müslüman’dır! Müslüman kalacaktır. İslamiyet’in bütün icabeti vatandaşlarımız tarafından tam bir serbestliğin içerisinde icra olunacaktır. İnkılâp kanunları halk tarafından benimsenmemişse, jandarma zoruna dayanacaksa, milli vicdanın hilafına olan bu kanunları kaldırmak, demokratik idarenin başta gelen vazifesi olmak icap eder!”
            Bu konuyla ilgili olarak İspanyol tarihçi ve araştırmacı Prof. Miquel Angel Cabrera’nın şu sözleri manidardır: “1960’a kadar ABD için Türkiye’de her şey iyi gitti. Ama Washington, Menderes Hükümeti’nin ABD’den koparak kendi ekonomik bağımsızlığını kazanmayı hedeflediğini öğrenince duruma müdahale etti ve Gürsel ABD’nin planladığı bu darbeyi kanlı bir şekilde gerçekleştirdi. Bu tarihten sonra da Washington, kendi politik ve ekonomik menfaatleri nedeniyle birçok ülkede sık sık askerî darbe yaptırmıştır.”                   Merhum Başbakan Adnan Menderes’in de resmi, özel ve siyasal hayatında her fani gibi yanlışları olmuştur. Türkiye Cumhuriyeti devletine on yıl başbakanlık yapmış bir liderin, hayatına acı bir şekilde son verilmesi elbette Türk siyasi hayatına sürülmüş kara bir lekedir.            Üzerinden yarım asır gibi bir zaman geçmesine rağmen Menderes hâlâ gündeme geliyor, hala gündemde kalıyor ve hâlâ halk tarafından seviliyorsa ve hala siyaset adamları onun üzerinden yaptığı politikalarla seçim kazanabiliyorsa Türk Milletinin sosyolojik, idari ve siyasi açıdan alacağı çok dersler vardır. Menderesin mi, yoksa Menderesi yargılayanların mı yargılanması gerektiği üzerinde düşünülmesi gerekir.

Şüphesiz Türk Siyasetinde ilk akla gelen isimlerin başında 1950–1960 yılları arasında Cumhuriyet tarihinin ilk sivil ve ilk serbest seçimle iktidar olan ve kesintisiz olarak en uzun süre başbakanlık yapan Menderes’in 14 Mayıs 1950'de iktidara gelişi ne kadar sevindirici ise; 27 Mayıs 1960 darbesiyle ile görevden uzaklaştırılması o kadar üzücüdür.

 27 Mayıs ihtilali darbeler zincirinin ilk kirli halkasıdır. Vesayet rejiminin ilk başlangıcıdır. Bürokratik merkezin, demokrat liderlerden ve halkın değerlerine saygı duyanlardan intikam alma girişimidir. Ancak Menderesi İdam ederek yok edebileceklerini sanan cellatlar onun hala dillerde ve gönüllerde yaşamasının sırrını çözebildiler mi? Libya’nın Özgürlük savaşçısı Ömer Muhtarın cellatlarına hitaben  ‘Şüphesiz ben sizden daha uzun süre yaşayacağım’ dediği gibi Menderes  onu ipe götüren cellatlarından daha fazla yaşamış ve yaşamaya devam edecektir.

Bilindiği üzere 11 Nisan 1990'da TBMM tarafından kabul edilen bir kanunla Adnan Menderes ve onunla birlikte idam edilen arkadaşlarının itibarları iade edilmiştir. 17 Eylül 1961 tarihinde cuntacılar tarafından hukuksuz bir şekilde idama mahkûm edilen bir başbakan Aynı kanun uyarınca naaşı, ölüm yıldönümü olan 17 Eylül 1990'da yılında Cumhurbaşkanı Turgut Özal ve çok sayıda vatandaşın katıldığı bir törenle İstanbul'da Vatan Caddesi'nde kendisi için yapılan anıt mezara taşınmıştır.

“Allah yolunda öldürülenlere ölü demeyin bilakis onlar diridirler.” Ayet-i kerimesinde ifade edildiği gibi o her ne kadar halka hizmet yolunda idam edilmişse de milyonların kalbinde bir sevgili olarak yaşamaktadır. Merhum Adnan Menderes, Hasan Polatkan ve Fatin Rüşdü Zorlu’ya Allah’tan rahmet diliyorum. Ruhları şad ve mekânları cennet olsun diyorum.
mustafa-kr19@hotmail.com

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.