Eğitim Sistemimize Genel Bir Bakış

Eğitim Sistemimize Genel Bir Bakış

Öncelikle belirtmek isteriz ki bu yazı bir suçlu aramak ve bulmak amacıyla yazılmamıştır.

Yazımız ile eğitim sistemimize genel bir bakış atarak daha mutlu bireyleri nasıl yetiştirebileceğimizi sorgulamaya çalışacağız.

            Öncelikle toplumun, bir eğitim sisteminden neler beklediğini belirlemek gerekir. Genel beklenti,  toplum içerisinde yer alan her bireyin günlük ihtiyaçlarını kimseye muhtaç olmadan karşılayabilecek duruma gelmesidir. Bu durumu elde edebilen bireyler “ Başarılı” olarak kabul görürler. Ülkemizdeki yapı itibariyle sınav başarısı ve buna bağlı olarak diploma başarısı, bireyin toplum içerisinde yer alacağı statünün temel göstergesi olarak karşılık bulmaktadır. Oysa göz önünde bulundurulması gereken temel konu “ bireyin yaşam başarısı (1) ” olmalıdır. Kendi yaşamına yön verebilen ve bu anlamda değerlendirme yapabilen bireyler yetiştirme hedefi, bir eğitim sisteminin vazgeçilmez unsurudur. Ülkemizde bu yapının sağlıklı bir şekilde işlediğini söyleyebilmek neredeyse imkânsız düzeydedir. Mevzuat itibariyle Türk Milli Eğitimi’nin temel hedefi öğrenciyi ilgi, istidat ve kabiliyetleri yönünde bir üst öğrenime hazırlamak olsa da, yapı itibariyle yönlendirme sistemi sağlıklı işlememektedir. Tüm öğrenciler, önceden belirlenmiş akademik kazanımlar ölçüsünde değerlendirilmektedirler. Aynı  eğitim imkanlarına (fiziki donanım, öğretmen değişiklikleri ve buna bağlı olarak boş geçen dersler, bölgesel dezavantajlar) sahip olamayan öğrencilerin, aynı müfredattan sorumlu tutulup, aynı sınav ile (SBS, YGS, LYS, vb.) ölçülmeleri de eğitim eşitliği adına soru işaretleri oluşturmaktadır. Sonuçta öğrenciler “Başarısız “ olarak etiketlenmekte ve hayata özgüvenini yitirmiş bireyler olarak atılmaktadırlar. Bunun yanı sıra  çocuğun ilgi ve yeteneklerine bakılarak değil, velinin talepleri doğrultusunda kararlar alınmaktadır. Bunun sonucu olarak da davranış eğitimi, sosyal, kültürel ve sportif kazanım ve etkinlikler ihmal edilmekte, salt akademik başarı odaklı bir değerlendirme süreci ortaya çıkmaktadır. Sözgelimi davranış gelişimi, karnenin bir sayfasında yer almakta iken birçok veli karnenin bu tarafı ile  neredeyse hiç ilgilenmemektedir. Oysa her birey akademik başarıya yatkın olmayabilir ve hayatının geri kalanını akademik kazanımı ile sürdürmeyebilir ancak, her birey doğru davranışlar kazanmak, iyi bir ahlâk ile donatılmak mecburiyetindedir. Bunun için bireyleri oldukları gibi kabul edecek ve her öğrencinin akademik başarıya yatkın olamayacağı gerçeğini göz önünde bulundurarak, hayatta mutlu ve işinde başarılı olabileceği, ihtiyaçlarını karşılayabileceği alana yönlendirecek bir yapı oluşturulmalıdır.

            Temel sorun eğitimin 4+4+4 ya da 5+4+3 mü olacağı değildir. Teknik konular üzerinde aşırı yoğunlaşılırken içerik bölümü ihmal edilmektedir. Sorgulanması gereken, eğitim sisteminin öğrenciyi doğru alana yönlendirmeyi başarıp başaramadığıdır. Ülkemizde maalesef ideolojik kaygılar eğitim sisteminin belirlenmesinde her daim etkili olmuştur. Bu nedenle değişen hükümetler ile birlikte sistem de, çok kısa zaman aralıkları içerisinde, temelden değişikliklere uğramıştır. Öğrencilerin geleceğini etkileyen bu derece önemli kararlar alınırken eğitimciler, veliler, öğrenciler süreç dışında bırakılmışlar, her şeye siyasiler karar vermişlerdir. Şu anda kullanılan eğitim modelinde sık sık hedefin, sorgulayan öğrenci yetiştirmek olduğu dile getirilmektedir. Burada karşımıza ülkenin en büyük açmazı çıkmaktadır. Sorgulayan öğrenci yetiştirilmesi istenen öğretmene sistemi, yapıyı ve uygulamaları sorgulama fırsatı ve izni verilmemektedir. “ Öğretmenin öğretim sürecini, kendi mesleki anlayışı ve pedagojik donanımı ile yönlendirmesine  izin verilmemekte, tanımlanmış bir teknik görevi yerine getirmesi beklenmektedir (2).”   Hazin olan ise bu görevi biçenlerin, çoğunlukla hiç sınıf tozu yutmamış kişiler olmasıdır. Cumhuriyet tarihi boyunca yalnızca 3 öğretmen kökenli yurttaş, Milli Eğitim Bakanlığı görevini yürütme imkânı bulabilmiştir. Bakanlık üst düzey bürokratlarında da görüntü farklı değildir. Eğitim, hükümet meselesi olmaktan çıkıp devlet politikası haline gelmelidir.

            Açmazımıza dönecek olursak hedefimizde sorgulayan öğrenci yetiştirmek var ancak öğretmenin sorgulaması yasak. Diğer yandan okulda sorgulama yapması istenen öğrencilerin pek çoğu evde aynı hakka sahip değil. Evde karar mekanizmasının bir parçası değil, fikri alınan bir aile üyesi değil; çocuğun geleceği de dahil olmak üzere her konuda yetişkinler karar veriyor. Bu yapı içerisinde öğrenci “ Ben bilemem, her şeyin en iyisini ailem bilir! ” Demeye başlıyor. Kendi yaşamı üzerinde dahi söz sahibi olamıyor. Daha ileri yaşlarda aynı düşünce “ Ben ülkem için neyin doğru olduğunu bilemem. Yöneticiler her şeyin iyisini bilir. Yapıyorlarsa bir bildikleri vardır! “ biçimine dönüşüyor. Bu yapı içerisinden çıkan bireyler, katılımcılıktan çekinen, düşünmek ve fikir üretmek istemeyen, çözüme ortak olmayı amaçlamayan bireyler haline gelmekte ve sonuçta sadece tüketim odaklı bir toplum oluşturmaktadırlar. Bu, eğitim sistemimizin önündeki önemli bir açmazdır.

            Çözüm elbette uzakta değildir. Amacımız sorgulayan bireyler yetiştirmekse öncelikle bu yapıp ayakta tutacak olan öğretmenlerin sorgulama yapmasına izin verilmelidir. Öğrenci ve öğretmen farklılıklarına saygı duyulmalı, sınıf ortamı bir torna tezgahı olmaktan çıkarılmalıdır. Öğretmenler elbette yeri geldiğinde çalışma koşullarını, yaşam şartlarını, kendilerine yüklenen görevleri, içinde görev yaptıkları yapıyı sorgulayacaklar ve daha iyisini talep edeceklerdir. Bu yaklaşım, sisteme muhalif bir görüş olarak ele alınmamalı, tam tersine eğitim sistemini ve ortamını iyileştirecek ve geliştirecek bir fırsat olarak ele alınmalıdır. Öğretmen bu yaklaşımı ile hem yapıyı, hem de kendisini geliştirme mekanizmasını çalıştıracaktır. Bu işleyişin sağlanabilmesi için öğretmenler, eğitim sisteminin temel bileşeni olarak hak ettikleri konuma getirilmelidirler. Öğretmenleri medya önünde değersizleştirmenin sürece katkı sunmadığı açıkça görülmektedir. Öğrenci merkezli eğitim ile öğretmenleri itibarsızlaştırma birbirine karıştırılarak öğretmenler, kendi teşkilatlarına küskün hale getirilmişlerdir. Eğitim çalışanlarını yok sayarak başarılı bir eğitim modeli oluşturulması mümkün değildir. Unutulmamalıdır ki;

“ Mutsuz Öğretmenler, Mutlu Öğrenciler Yetiştiremez!”

 

                                                                       

 

                                                                                            Bahadır SABIR

                                                                                Yeni-Sen Genel Denetim Kurulu Üyesi 

 

(1)   Başarıya Götüren Aile; Doğan CÜCELOĞLU.

(2)   Türkiye’ de Öğretmen Yetiştirme; Songül AYNAL KİLİMCİ.

HABERE YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.