Müdür Atamaları: iki ileri, bir geri!

Müdür Atamaları: iki ileri, bir geri!

Mehter Yürüyüşü: Okul Müdürlerinin Atanması

İçinde bulunduğumuz yılın Ağustos Eylül ayları devlet okulları açısından bir hayli hareketli geçti. Çıkarılan bir torba yasayla önce görevdeki bütün okul yöneticileri otomatikman görevlerinden alındı. Daha sonra görevden alınanların bazıları görevlerine iade dildi, bir kısım okul müdürü ise atanmayarak öğretmenlik görevlerine geri döndüler veya merkez örgütlerinde pasif yöneticilik görevlerine atandılar. ERG’den Alper DİNÇER’in Hürriyet’te yazdığına göre; 

“2014-2015 eğitim öğretim yılı Türkiye genelinde yaklaşık 16 bin okul müdürünün yüzde elliye yakını idarecilik görevine son verilmesiyle beraber başladı. Birçok ilde görevden almalar, sendikalar ve görevden alınan müdürler tarafından şiddetli biçimde protesto edildi. Ulusal görsel ve yazılı medyada müdürlerin sokaklara döküldüğünü ve zaman zaman polis kuvvetlerinin müdürlere müdahalede bulunduğunu izledik veya okuduk” (Müdür Atamaları, 3 Ekim 2014, hurriyet.com.tr/egitim/27323529.asp).

Türkiye’de okul yöneticilerinin atanması konusunda 2004 yılında yaptığım bir çalışmada Türkiye’de okul yöneticiliği konusunda 2004 yılına kadar üç temel aşamanın geçildiğini vurgulamıştım. Bunlardan ilkini “çıraklık modeli” tanımladım. Usta-çırak tarzıyla yetişen ya da pişen öğretmenler merkezi yönetimin doğrudan müdahalesi ile okul yöneticiliğine atanmaktaydı ve bu model 1970’li yıllara kadar özü çok fazla değişmeden uygulandı. 1970’li yıllarda Türkiye’de Eğitim Fakülteleri’nin kurulması, eğitimin çeşitli alanlarında bilimsel çalışmaların yapılmaya başlanması, kitap ve makalelerin yayınlanması ile birlikte Eğitim Bilimleri alanını kuran eğitimcilerin önderliğinde eğitimin pek çok alt alanında (program geliştirme, ölçme ve değerlendirme, eğitim yönetimi, psikolojik danışma, vb.) lisans programları açılmaya başlandı.
 
Uzun yıllar Türkiye’de eğitim fakültelerinin birincil görevi öğretmen yetiştirmekten ziyade  eğitim bilimlerinin yukarıda adı verilen alanlarında profesyoneller yetiştirmek olarak algılandı. 1970’lerin ortalarından itibaren Eğitim Yönetimi lisans programlarından mezun olan adayların okul yöneticisi olarak atanması konusunda üniversitelerin Eğitim Bilimleri camiasından Milli Eğitim Bakanlığı’na yönelik ciddi bir kulis faaliyeti ve baskı grubu girişimi ortaya çıktı. Milli Eğitim Bakanlığı bu kulis ve baskılara direnerek bu mezunların büyük sayılarla okul yöneticisi atanması uygulamasını hiç başlatmadı. Benim “Eğitim Bilimleri Modeli” olarak tanımladığım bu girişim büyük olasılıkla kendisine örnek olarak Mülkiye ve Kamu Yönetimi alanını örnek almaktaydı. 22 yaşında bir Mülkiye mezunu Kaymakam olabiliyorsa neden okul müdürü olmasın? Oysa örnek alınan model de yanlıştı. Cumhuriyetin kuruluş yıllarında eğitilmiş insan yokluğunda ilkokul, ortaokul, lise mezunlarının önemli görevlere getirilmesi uygulaması değişen koşullara rağmen hala yürümekteydi. 

Ancak sonuçta Eğitim Bilimleri modeli eğitim ve okul yöneticiliğinin belirli bir yönetim formasyonu gerektirdiği ve yapılan işin profesyonel ve bilimsel bir iş olduğu konusunda bir alt yapı oluşturulmasına da hizmet etti. Büyük ölçüde bu altyapının da katkısıyla 1999 yılında okul yöneticiliğine atama konusunda kapsamlı bir düzenleme yapıldı. Herhangi bir alanda yüksek lisans yapmış olmak ve eğitim, öğretim, yönetim, işletmecilik gibi alanlarda yayınlanmış eseri olmak okul yöneticiliğine atanmada nesnel ölçüt arasına alındı ve atanmada tercih nedeni olarak kullanıldı.  Öte yandan adayların Yönetici Seçme Sınavından en az 70 almaları ön koşul olarak kondu. Genel hatlarıyla bakıldığında (ve 2014 yılında yapılan değişiklik bu ölçütlerle karşılaştırıldığında) okul yöneticiliğine atamalarda liyakatin ve bilginin öne çıkarılmaya çalışıldığına ve nesnellik ilkelerinin devrede olduğuna dikkatinizi çekmek isterim. 

2002  yılından beri, yani mevcut hükümetin göreve gelmesinden beri, 2000’lerin başında uygulanan modelden çok gerilere düşüldüğü açıkça görülmektedir. 2002’den sonra yönetici atamalarında o güne kadar uygulamaya konmuş olan hemen bütün nesnel ölçütlerden geri adım atıldığına tanık olduk. Yavaş yavaş Yönetici Seçme Sınavı’nın etkisi azaltıldı ve giderek tamamen ortadan kaldırıldı. Adayların akademik çalışma yapmış olmaları, araştırma ve yayın faaliyetleri gündemden çıkarıldı (şimdi de adayların lisans üstü eğitim yapmış olmaları tercih nedenleri arasında sayılıyor, ancak süreç o kadar subjektif  tasarlanmış ki, kimse buna inanmıyor). Giderek, denetlenmeyen ve kontrolsüz koşullarda yapılan, adayların haklarının korunması konusunda gerekli önlemlerin alınmadığı, kötü niyetli uygulamalara açık olan “mülakat” yöntemi okul yöneticilerinin atanmasında asli mekanizmaların başına kondu. Bugün okul müdürlerinin atanmasında ortaya çıkmış olan sorunun,şikayetlerin ve şaibelerin kaynağında da bu yöntemle yapılan atamalar yer almakta. Sonuç olarak, Türkiye okul yöneticilerinin atanması konusunda 1999’da getirilen atama uygulamasının bir hayli gerisine düşmüş durumda. 

Dikkatli ve uluslararası uygulamaları da gözeten bir inceleme Türkiye’nin bu konuda bütün dünyadaki genel teamüllerin tam tersine hareket ettiğini göstermektedir. Dünyanın en merkeziyetçi ve son yıllara kadar okul müdürlerinin bile Komünist Parti tarafından doğrudan atandığı Çin’de bile adem-i merkeziyetçi uygulamalara yönelim daha göze çarpmakta. Tek parti olan Komünist Parti altında eğitim ve okul sistemini daha özerkleştirme ve özgürleştirme adımları atan Çin ile uzun yılların demokrasi deneyimine sahip Türkiye ters yönlerde hareket ediyorlar. İsterseniz bu noktada bir iki ülkede okul yöneticilerinin nasıl atandığı konusunda bir iki örnek verelim:

Bu konuda elime harika bir çalışma geçti. Tahmin etmesi zor değil; PISA’da pek çok alanda uzun yıllar birinciliği elden bırakmayan Finlandiya Eğitim BakanlığıAtso Taipale isimli bir uzmana dünyanın değişik ülkelerinde eğitim yöneticiliğinin değişik boyutlarına ilişkin karşılaştırılmalı bir çalışma yaptırmış (*). Şimdi Taipale’nin raporundan bazı ülkelerle ilgili uygulamaları sizlerle paylaşmak isterim.

Rapora göre, Kanada, ABD, Avustralya gibi Anglo Amerikan; Hollanda gibi Batı Avrupa ve İsveç, Norveç, Danimarka, Finlandiya gibi İskandinav ülkelerinde okul yöneticileri genellikle okulun yönetiminden sorumlu bir kurul, komite veya heyet tarafından, sürece yayılan danışma, makamın ilan edilmesi, ilana başvuranlar arasında mülakatın yanısıra pek çok nesnel ölçütün (önceki çalışmaları, okul yöneticisi olarak başarıları, eğitimi, referans mektupları vb.) yer aldığı bir süreçle seçiliyorlar. Almanya, Fransa ve Çin’in Şangay Bölgesi ve Güney Kore bu uygulamaya benzemeyen uygulamalarla okul yöneticilerini atıyorlar. Genel hatlarıyla, Almanya, Fransa ve Çin’in Şangay Bölgesi, Güney Kore’de yöneticilerin atanması yerel olmaktan çok daha merkezi. Ancak hiçbirinde bizdeki kadar öznelliğe açık bir süreç yok. Örneğin, Almanya’da okulun yer aldığı ilin eğitim otoritesi, okul bölgesine ve temsilcilerine  danışarak ve adaylardan bir örnek bir ders vermelerini de isteyerek atama hakkında bakanlığa bir öneri yapıyor ve son atama eyalet eğitim bakanlığı tarafından gerçekleştiriliyor. Fransa’da okul yöneticiliğine geçiş okul yönetimi konusundaki bir eğitim programına katılmakla başlamaktadır. Bu programı bitirdikten sonra adayın çalışmak istediği okula ilişkin talepleri alındıktan sonra ilgili okuldan sorumlu eğitim otoritesi ve yerel unsurların görüşleri doğrultusunda aday Eğitim Bakanlığı tarafından o okula atanmaktadır. Çin-Şangay’da okul yöneticileri doğrudan yerel Komünist Parti  yetkilileri tarafından atanmaktadır, ancak yerel ve okulla ilgili unsurlara daha çok söz hakkı verilmesi konusunda girişimler ileri aşamalara ulaşmıştır. Güney Kore’de yerel eğitim bölgesi yöneticisi okul yöneticisi olarak kimin atanması gerektiği konusunda bir öneri yapar ve ancak devlet başkanının onayıyla kişiler okul müdürlüğüne atanır. Güney Kore’de de seçim sürecine yerel unsurların daha etkin katılması, sürecin daha açık, şeffaf ve liyakate dayalı olarak yürütülmesi konusunda çalışmalar ileri düzeydedir.

Bütün bunlar dikkate alındığında, Anglo-Amerikan modelin egemen olduğu ülkelerdeki uygulamalar genel hatlarıyla daha demokratik bulunmakta ve klasik anlamda merkeziyetçi geleneğin Kabe’si olarak adlandırılabilecek Fransa,Çin,Rusya ve Güney Kore gibi ülkelere de örnek olmaktadır. Bu ülkelerde de yöneticiliğe atama süreçlerinin daha adem-i merkeziyetçi, demokratik ve şeffaf hale getirilmesi hakkında güçlü bir yönelim göze çarpmaktadır. Ancak, merkeziyetçiliği ile ünlü olan yukarıda sözü edilen ülkelerin pek çoğunda okul müdürlerinin atanmasında mutlak siyasal motiflerin bizim ülkemizde olduğu kadar su yüzüne çıktığına tanık olmuyoruz. Evet, Fransa’da, Güney Kore’de, İtalya’da,  Almanya’da da okul yöneticileri belirli danışma mekanizmaları da dikkate alınarak büyük ölçüde merkeziyetçi yöntemlerle atanmaktadır. Ne yazık ki, son yıllarda bizde bu konuyu bu derece hassas hale getiren şey, atamaların genellikle ve şaşmaz şekilde belirli bir siyasal duruşa sahip bireyler lehine sonuçlanmasıdır. Hatta, belirli bir sendikaya üye olmanın okul yöneticiliğine atanmanın ön koşulu olduğu konusunda yaygın da bir kanı var. 

Okul yöneticiliğine atama, bir sistemin ana işleyiş mekanizmalarını ve sisteme hakim dünya görüşünü, işletme ve yönetim felsefesini yansıtan bir turnusol kağıdıdır.

Bilimin ilkelerini, şeffaflığı, liyakati, demokratik süreçleri dikkate almayan bir kamusal işlem uzun vadede kamuya da büyük zarar verir ve ileride çok da övücü tepkiler almaz. 

Okul yöneticiliğine atama konusunda Türkiye’de biraz önce değindiğim tarihsel süreçler de dikkate alındığında ilginç bir durum ortaya çıkıyor.  Kısacası, bu iş artık Mehter yürüyüşüne döndü: iki ileri, bir geri!


Prof. Dr. Hasan Şimşek
İstanbul Kültür Üniversitesi

HABERE YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.