Öğretmenin İtibarsızlaşmasına Sebep Olanlar

Öğretmenin İtibarsızlaşmasına Sebep Olanlar

Aktif Eğitim-Sen genel başkanı Osman Bahçe'den önemli açıklamalar...

İnsan onurunun gerektirdiği üst düzey hak ve özgürlükleri ile devlet-millet kaynaşmasının ve sosyal adaletin sağlanması, toplumsal barışın tesis ve temadisi gibi üst düzey hedeflere ulaşabilmek ancak ve sadece kusursuz organize edilmiş eğitim-öğretim faaliyetleriyle mümkün olacaktır. Bu nedenle; Eğitimin milli bir mes’ele olarak ele alınması ve siyaset üstü değerlendirilmesi, milletin menfaatlerinin bireylerin menfaatlerinden önce geldiği, kendi haklarımızı isterken başkalarının haklarına saygı duymanın bir erdem olduğu, bireylerin, toplumun ve devletin tüm iş ve işlemlerinde adalet kavramı öncelikli davranması gerektiği vb. hususlar genelde akl-ı selim sahibi her insanın özelde de tüm eğitimcilerin kabul edeceği evrensel doğrulardır.

Ülkenin ve eğitimin sorunlarının kısır çekişmelerle çözülmesinin mümkün olmadığına tarihimiz en büyük şahittir. Öyleyse çözüm makamında bulunanlar ile çözüm isteyenler, her eleştirilerini makul çözüm önerileri ile taçlandırmalı, devletimizin ve milletimizin faydasına yürütülen her çalışmada tüm kişi ve kurumlarla iş birliğine açık olmalı, eğitimin kurgulanması, icrası ve yönetiminde siyasi, sendikal, etnik, ideolojik vb. her türlü vesayet ve referansları devre dışı bırakarak “liyakat”, “performans” vb. ölçülebilir ve objektif kriterleri dikkate almalı,  eğitimin sorunlarının dileyen tüm paydaşların katılabileceği bilimsel ve önyargısız platformlarda yürütülecek çalışmalarla çözülmesi için birlikte çalışmaya açık olmalıdır.

Günümüzde eğitimin ve eğitim çalışanının en büyük problemi olan; eğitimin ve öğretmenin insanlar üzerindeki müspet tesirini kıran “mesleki itibar sorunu” hakkında kamuoyunun ve yetkililerin dikkatini çekmek, ve bu büyük problemin çözümüne katkılar sunmak eğitim çalışanları başta olmak üzere insanlığın huzur ve saadetinin ancak ve sadece eğitimle sağlanacağına inanan tüm kişi ve kurumların ortak sorumluluğudur.

Bu sorumluluğun gereği olarak öncelikle, eğitiminin hedeflenen sonuçlara ulaşabilmesi için öncelikle eğitimin baş aktörü, vazgeçilmezi değerli öğretmenlerimizle ilgili ön kabullerimizin gözden geçirilmesi gerekecektir.    

 

ÖĞRETMEN KİMDİR?

İnsanların, dinler ve devletler tarafından güvence altına alınmış temel ihtiyaçları ve hakları vardır. İnsan bedeninin temel ihtiyacı barınma ve beslenmedir, insan ruhunun temel ihtiyacı inanma, inandığı gibi yaşamadır, insan aklının en temel ihtiyacı ise eğitim-öğretimdir. Öğretmenlik, bu ihtiyaçlardan eğitim-öğretimi doğrudan, diğerlerini de dolaylı olarak karşılaması münasebetiyle, dinler ve devletler nezdinde muteber sayılmış, mesleklerin en güzeli ve en kutsalı kabul edilmiştir.

Öğretmenlik; insanlık tarihi kadar eski bir meslek.

Öğretmenlik; peygamber mesleği… İlk insan, ilk peygamber ve aynı zamanda ilk öğretmen…

Öğretmen, peygamber varisi, insanlık sarayının mimarı…

Öğretmen, bilge; öğretmen, bilgi kaynağı; öğretmen, bilgi…

Öğretmen, insana kendisi olmayı, diğer varlıklara saygı duymayı, iyi ve güzel olana uymayı, inandığı değerler için gerektiğinde başını koymayı, kısacası kamil manada insan olmayı öğreten hayat koçu…

Öğretmen, sıradan bir biyolojik varlık olan insana, “varlıklar aleminin en şereflisi” olduğunu öğreten kutlu mesaj, kutlu mesajın saygın sesi…

 

GEÇMİŞTEN GÜNÜMÜZE YÖNETİCİLERİN YANINDA ÖĞRETMENİN YERİ

Devletlerin ve milletlerin gücü, öğretmen ile toplum arasında kurudukları bağın gücü kadardır.

“Benim hakiki babam Filip değil, Aristo’dur. Çünkü birincisi dış varlığımın, ikincisi iç varlığımın mimarıdır.” diyen Büyük İskender; hakiki varlığın, aklın ve kalbin gücüyle oluşan manevi varlık olduğunu ifade etmiştir.

İnsanlığın öğretmeni Hazreti Peygamber (s.a.v.) “Ya ilim öğreten, ya öğrenen, ya dinleyen ya da bunları seven ol. Sakın beşincisi olma yoksa helak olursun” (Hadis-i Şerif) buyurarak eğitim-öğretimin desteklenmesini ümmetine emretmiş, insanlığa da tavsiye etmiştir.

Hz. Ali (r.a.) “Bana bir harf öğretenin kırk yıl kölesi olurum” şeklindeki veciz ifadesiyle kişilerin ve toplumların bilgiye, bilim insanlarına, öğretmene vermesi gereken değeri ifade etmiştir.

Mısır fethi dönüşü hocası İbn-i Kemal’in atının ayağından sıçrayan çamur, sırmalı kaftanını kirletince “Çabuk bana başka bir kaftan verin. Bu çamurlu kaftanı da böylece hazinemde saklayın ve ben ölünce sandukamın üzerine örtün. Zira hocamın atının ayağından sıçrayan çamur, ahirette benim için şefaatçi olacaktır.” diyen Cihan Padişahı Yavuz Sultan Selim Han, güçlü olmanın ve güçlü kalmanın sırrının öğretmene verilen değerde olduğunu görmüş ve göstermiştir.

Başöğretmen Kütahya Lisesinde öğretmenlere yaptığı konuşmasında;

“Memleketimizi ve toplumumuzu gerçek hedefe, hakiki mutluluğa ulaştırmak için iki orduya ihtiyaç vardır. Biri vatanın hayatını kurtaran asker ordusu, diğeri memleketin geleceğini yoğuran irfan ordusudur. Ancak, asker ordusuna ne için öleceğini öğreten irfan ordusudur.

Milletimizi gerçek kurtuluşa ve hakiki mutluluğa ulaştırmak istiyorsak, bir an önce büyük, kusursuz, nurlu bir irfan ordusuna sahip olmak zorunda olduğumuzu unutmamalıyız.

Bir millet, savaş meydanlarında ne kadar parlak zaferler elde ederse etsin, o zaferin köklü sonuçlar vermesi ancak irfan ordusuyla mümkündür. Bu ikinci ordu olmadan birinci ordunun elde ettiği kazanımlar sönük kalır.

Eski idarelerin en büyük kötülüklerinden biri de irfan ordusuna layık olduğu önemi vermemeleridir. Eğer önem verilseydi, geleceği emanet ettiğimiz sizlere, gelecek kadar güvenilir bir mevki verilmesi gerekirdi.” diyerek millet ve devlet olarak öğretmenlere sosyal hayatın neresinde, hangi statüde yer vermemiz gerektiğine işaret etmiştir.

Merhum Nurettin Topçu, Maarif Davasında “Millet, maarif demektir.” der ve şöyle devam eder: “Eğitimin unsurları dört başlıkta toplanabilir: Ders, talebe, muallim ve dar manada öğretim yeri olan mektep… Mektep ve maarif bu dört duvarın hepsinin sağlam oluşu ile ayakta durur.” “Maarifin düşmesi millet ruhunu yerlere serer. Maarife değer vermeyiş, millet ruhunun yıkılışını hazırlar.” ifadeleriyle güçlü bir devlet ve sağlam bir milli ruh için eğitimin hangi ciddiyette ele alınması gerektiğini işaret etmiştir.

 

DEVLETLER VE YÖNETİMLER EĞİTİMİ VE ÖĞRETMENİ DESTEKLEDİKLERİ SÜRECE GÜÇLÜ OLMUŞLARDIR

Geçmişten günümüze devlet adamlarımız ilim erbabının sözünü dinlediği müddetçe, milletimiz en parlak devirlerini yaşamış ve alimlerin devlet adamlarının sözünden çıkmadığı dönemlerde de toplum bozulmuş, her alanda felaketler baş göstermiştir.

Öğretmenler siyasetin, idarenin, kısacası toplumun sigortasıdır. Doğruyu her zaman alkışlar ve desteklerler, yanlışı da daima eleştiriler. Bilirler ki “Tenkit herkes için hak, âlimler için ise bir vazifedir.”(N.Topçu)

 

ÖĞRETMENİN İTİBARSIZLAŞMASINA SEBEP OLANLAR ASLINDA BİNDİKLERİ DALI KESİYORLAR

O halde; “bilenlerle bilmeyenlerin bir olmadığını” bilen bizler, “Bir harf karşılığında 40 yıl köle olmayı göze alırken” millet ve toplum olarak bu hale nasıl geldik?

“İtibar erozyonu” yavaş yavaş ve hissettirmeden çaldı kapılarımızı.

Önce dışarıdaki büyükler “yabancı” oldu ve sözlerinin dinlenmesi tehlikeli sayıldı.

Ardından yolsuzluklar ve usulsüzlüklerle “devletin malı deniz” haline getirildi ve “ulaşabilen herkesin kullanması mübah sayıldı”. Ancak bu durum vatandaşın gözünden kaçmadı ve “devlet itibar kaybetti.”

Değerlerin yıpranması karşısında duyarsız kalan anne-babalar itibar kaybetti ve naz-isyan karışımı tavırlara pirim verdiklerinden sözlerini dinletmez oldular evlatlarına…

Sonunda sıra öğretmene geldi. “Toplumları istediği renge boyama gücüne sahip” öğretmen güç kaybetti, itibarsızlaştı ve maaş karşılığı 45′er dakikalık sınırlar içinde ders veren “herhangi bir iş erbabı” gibi göründü devletin ve vatandaşın gözüne…

Değer kaybolunca öğrencisi tarafından öldürülen, okulu basan velinin şiddetine maruz kalan, eşkıya tarafından dağa kaldırılan öğretmen haberleri duymaya başladık medyamızda…

Ve doğal sonuç: akademik başarısızlık, eğitsel başarısızlık, yönetsel başarısızlık…

 

YAŞANAN İTİBAR EREZYONUNDA BİZ ÖĞRETMENLER MASUM MUYUZ?

İtibar alınır mı, yoksa verilir mi? Birilerinin müktesep hakkı mıdır, yoksa alınteri ve emekle sahip olunan bir sermaye midir? İtibar varlığını kime borçludur, yokluğunda günah kimindir? Halen bütün şiddetiyle yaşanan ve iliklerimize kadar hissettiğimiz mesleki itibar erozyonunun oluşumunda biz eğitimciler de çok masum sayılmayış aslında.

Biz öğretmenler, çağ kapatıp çağ açan koca Sultan Fatih’in, hocası Akşemseddin Hazretleri’nin huzurunda nasıl ve neden iki büklüm durduğunu insanımıza anlatamadık.(Süleyman Özışık)

Eskilerde velilerin çocuklarını öğretmene teslim ederken “eti senin, kemiği benim” demesinin “çocuğumun ruhunu yüceltirken, bedenini de o ruhu taşıyabilecek zenginlikle donat” anlamına geldiğini anne-babalara anlatamadık.

Öğretmenlerin mesailerinin 15 saat derse girmekle sınırlı olmadığını, okulda dersini hakkıyla okutabilmek için evinde hazırlık yaptığını, öğrencilerinin tüm çalışmalarını evinde değerlendirdiğini, öğrencilerine sadece ders öğretmekle kalmayıp aynı zamanda hayatı öğrettiğini, görevlerini “ne kadar para, o kadar iş” anlayışıyla yapmadıklarını karar vericilere anlatamadık.

“Ve bu gün elimizde kala kala sırasıyla öğrencinin, velinin, bürokratın, siyasetçinin bilerek veya bilmeyerek fütursuzca vurduğu, kırılmış, incitilmiş öğretmenler kaldı.” (Süleyman Özışık)

Aslında itibarını kaybeden “İNSAN”dı… Hangi renge, hangi dine, hangi milliyete, hangi siyasi düşünceye mensup olursa olsun, hangi dili konuşursa konuşsun değerli olan insan…

Eğer bir toplumda; şefkat, merhamet, dürüstlük, güven duygusu ve fazilet, tarih kitaplarında efsane olarak kalmış ve insanların değeri -kaynağına bakılmaksızın- aldıkları maaşla, oturdukları evle, bindikleri arabayla ölçülüyorsa;

Eğer siyasi ve ideolojik öncelikler kalitenin önüne geçiyorsa;

Eğer eğitim müesseseleri insanlara “inandıkları gibi yaşamayı” öğretmeleri gerekirken “yaşadıkları gibi inanmaları” karşısında sessiz ve duyarsız kalıyorlarsa;

Eğer insanların okula ve öğretmene olan inancı yok olmaya yüz tutmuşsa;

Öğretmenlerden bazıları vazifesini hakkıyla yapmamış veya EĞİTİMDE MESLEKİ İTİBAR’ın azalması, öğretmenin vazifesini hakkıyla yapmasına mani olmuş demektir.

 

ÇÖZÜM İÇİN NELER YAPILMALI?

Eğitimde mesleki itibarın korunması ve arttırılması için eğitimin tüm paydaşlarına sorumluluklar düşmekte, eğitimin en yetkili tarafı olarak Milli Eğitim Bakanlığının, eğitimi ve eğitimin sorunlarını eğitimin paydaşları ve millete rağmen “ben yaptım oldu” mantığıyla çözmeye çalışmak yerine “toplumsal mutabakatla” çözme iradesini ortaya koyması,  öğretmen yetiştirme sistemi, istihdam politikaları ve hizmetiçi eğitim stratejilerini gözden geçirmesi gerekmektedir.

Bu bağlamda;

Öğretmen yetiştirme ve atama sistemimiz mesleki itibarı destekler mahiyette yeniden düzenlenmelidir. Zira mevcut sistemimizde YÖK-MEB arasında öğretmen yetiştirme konusunda köklü mutabakatların olmayışı nedeniyle; liselerin çıktıları ile eğitim fakültelerinin girdileri, eğitim fakültelerinin çıktıları ile MEB personel girdileri standartlaştırılamamış, arz-talep dengesi oluşturulamamış, pek çok genç meslektaşımız ihtiyaç fazlası öğretmen, atanamayan öğretmen konumuna düşürülerek bu plan hatasının mağduru olmuş ve atanamayan öğretmenler sorunu toplumsal bir yara haline gelmiştir.

Göreve yeni başlayan öğretmenlere yönelik isabetli stratejiler geliştirilememiş veya geliştirildiği düşünülen stratejilerin taşraya iyi ifade edilememiş olması nedeniyle; atanan öğretmenlerin çevreye ve mesleğe uyum programları verimsiz kalmış, öğretmen adaylarının adaylık eğitimleri süre ve içerik açısından yetersiz kalmış, konuları ve uygulama açısından eğitimin gerçeklerinden kopuk ve verimsiz hale gelmiş, aday öğretmenlere kıdemli öğretmen muamelesi yapılarak kendilerinden, tecrübelerinin ve güçlerinin üstünde hizmet beklenmiş, genç öğretmenlerin ilk atamaları tecrübeye en çok ihtiyaç duyulan mahrumiyet bölgelerine yapılarak genç meslektaşlarımızın idealleri imkansızlıklara kurban edilmiştir.

MEB Hizmetiçi eğitim faaliyetleri eğitimin ve eğitimcinin ihtiyaçlarına uygun verimlilikte düzenlenememiş, bu konuda hep ifrat-tefrit gel-gitleri yaşanmıştır.

Öğretmenlerin il içi-iller arası atamaları, özür durumu atamaları özellikle son dönemde hep kriz haline gelmiş ve sürekli hakkını aramak zorunda kalan eğitim çalışanı kamuoyunu meşgul eden bir problemin istemediği halde tarafı olmuş ve bu durum kamuoyunda öğretmen imajını olumsuz olarak etkilemiştir.

Milli Eğitim Bakanlığı atacağı birkaç küçük adımla eğitimde mesleki itibar probleminin çözümüne stratejik katkılar sunabilir.

Bunun için;

Eğitimde bölgeler arası fırsat eşitsizliğini ortadan kaldırmaya yönelik çalışmalar yapılmalıdır.

Okullara temizlik, güvenlik, kırtasiye vb. temel ihtiyaçlarını karşılamaları için ödenek gönderilmeli, yönetici ve öğretmenlerin okulun temel ihtiyaçlarını karşılayabilmek için öğrenciden, veliden, servisçi, kantinci gibi çevre esnafından okul adına maddi katkı beklemek zorunda kalmasına mani olunmalıdır.

Mesleklerin kazançları kadar saygı ve itibar gördükleri günümüzde öğretmenlerin özlük hakları, sayılarının çokluğuna bağlı olarak değil üstlendikleri vazifenin önemine, sorumluluklarının ağırlığına bağlı olarak iyileştirilmelidir. Öğretmen ikinci bir iş yapmak zorunda bırakılmamalıdır.

Denetimde verimliliğin arttırılması, yönetim ve denetim birimleri arasında koordinasyonun sağlanması için, çok başlı denetim birimleri tek çatı altında birleştirilmeli, denetleyenin de denetlenenin de mutlu olacağı makul düzenlemeler yapılmalıdır.

Atama ve yer değiştirmelerde boş kadroların kadrolu öğretmenlerle doldurulması sağlanmalı, özür durumu atamalarında gerçek özür sahibi personel mağdur edilmemeli, eğitim bakanlığında öğrenim özrünün özür olmaktan çıkartılması garabetine son verilmelidir.

Eğitimin hayati önemi haiz, onlarca problemi acil çözümler beklerken, icat edilen suni problemlerle (fişleme skandalı, tasfiye veya kıyım olarak ifade edilen görevden almalar, dershanelerin kapatılması vb)  tükenmeye yüz tutmuş enerjiyi heba etmek ve milletin dikkatini tali sorunlara kaydırarak asıl problemleri görmezden gelmek ve eğitimdeki başarısızlıkları başkalarına yıkarak sorumluluktan kaçmak – ki kazanılan savaşta başarı ordunundur, kaybedilen savaşta sorumluluk komutanındır- ülkenin yarınlarına yapılacak en büyük kötülüktür. Zira hepimiz yaptıklarımız kadar yapmadıklarımızdan da sorumluyuz.

 

ACI GERÇEK

Mesleki itibarın yok olma seviyesine gelmesinin faturasını öğretmenleri dışarıda bırakarak sadece diğer paydaşlara kesmek eksik olacaktır. Öğretmenliğin itibarsızlaştırılmasında mesleğin içindeki diğer mesleklerde bulunduğu oranda zayıf halkanın rolünü de görmezden gelmiyoruz. Ama bir gemide bir masum, dokuz cani bulunsa, bir masumun hakkı için o gemiyi batırmanın caiz olmadığını bilir ve az sayıdaki kötünün ateşinde yüzbinlerce eğitimcinin yakılmasını doğru bulmayız.

Çünkü; savaş meydanlarında, sanayi hamlelerinde, ekonomide ne kadar parlak zaferler elde edilirse edilsin, o zaferlerin sürekliliği, ancak ilmin, adanmışlığın timsali muteber muallimlerle, saygın öğretmenlerle mümkün olacaktır.

Bu nedenle aile, okul ve öğretmen üçlü sacayağı üzerinde cereyan eden eğitim faaliyetlerinde öğretmenler;

“Çocuk üzerindeki tesirlerinin anne-baba ve toplumunkinden çok daha fazla olduğunu” bilerek “hakiki insanlığın tohumlarını eken bir bahçıvan, karşılaşılan problemleri çözmede yardımcı olan tecrübeli bir rehber, topluma ideal insan olma hedefini yaşayarak gösteren bir rol model” olmaya özen göstermelidir.

Vazifelerinin müfredatın darlığına ve okulun duvarları arasına sıkıştırılamayacak kadar geniş olduğunu bilerek öğrencilerine “sıradan birer madene benzeyen fıtratları, paha biçilmez cevherlere dönüştüren bir kimyager” hassasiyetinde yaklaşmalıdır.

Geçeceği yol engellerle dolu olsa bile milleti için buna tahammül etmeli, gönülleri elindeki sevgi meşalesinin etrafında toplamayı bilmeli, ayırıcı değil birleştirici, yıkıcı değil yapıcı olmalı ve kendini aşmış örnek bir insan olmanın gereklerini yerine getirmelidir.

Kim hangi gözle bakarsa baksın eğitim sistemimizin temel taşları eğitimin diğer çalışanlarıyla birlikte (paha biçilmez cevherleri) öğretmenlerdir. Hangi teknolojik gelişme olursa olsun, hangi yeni eğitim sistemi uygulanırsa uygulansın öğretmenin yerini tutacak ikinci bir kişi, sistem ya da nesne yoktur. Geçmişten günümüze, toplumlarda öğretmenler yeri başka kişi ve kavramlarla doldurulamayacak insanlardır. Peygamberlerin insanlığın öğretmenleri olduklarını ve ilk insanın bir peygamber olduğunu düşünürsek toplumların öğretmene olan ihtiyacını ve öğretmenin toplum için ifade ettiği kamil manayı daha iyi fark etmiş oluruz.

“Sizce eğitim çalışanlarının en büyük sorunu nedir?” Sorusunu sorduğumuz 3.090 meslektaşımızdan 2.626 kişinin (%85) “Eğitim çalışanının en büyük sorunu mesleki itibar sorunudur.”  cevabını vermesi problemin boyutları ve oluşturduğu yıkım hakkında eğitim çalışanlarının olaylara bakışını göstermektedir.

Bu nedenle; dünyamızın imarı, insanlığın ihyası ve yarınların inşası için ilgililerin ilgisizliğine, yetkililerin etkisizliğine, dostlarının vefasızlığına rağmen hak ettiği ve beklediği sosyal, kültürel, mesleki, ekonomik vb en temel haklarını sağlamayarak görevini ihmal edenlere inat görevlerini hakkıyla yapmaya çalışan, okullarını evi, öğrencilerini kendi çocukları olarak gören eğitimcilerimiz için öğrenci, veli, öğretmen, yönetici, bürokrat, siyasetçi, iş adamı, gazeteci kısacası millet olarak hep birlikte “İTİBAR AÇILIMI” yapmak zorundayız. Zira oluşturulacak itibar kalesi anne-babaların, devlet adamlarının, büyüklerin-küçüklerin, askerin-polisin, hemşirenin-doktorun kısacası milletimizin tüm fertlerinin sığınağı olacaktır.

Öğretmen toplumun tüm unsurlarını özünde barındıran bir gemidir. Öğretmenin mesleki itibarını yok ederek bu gemiyi batırırsak toplum olarak, devlet olarak, millet olarak, insanlık olarak hep birlikte batacağımızı bilmeli ve bu geminin batmaması için üzerimize düşen sorumlulukları yerine getirmeliyiz.

HABERE YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
1 Yorum