'Eğitime Bakış 2017: İzleme ve Değerlendirme' raporu

Eğitim-Bir-Sen ve Memur-Sen Genel Başkanı Ali Yalçın, OECD ülkeleriyle kıyaslandığında, Türkiye’deki öğretmenlerin ücretlerinin daha düşük olduğunun görüldüğünü belirterek...

Eğitim-Bir-Sen ve Memur-Sen Genel Başkanı Ali Yalçın, OECD ülkeleriyle kıyaslandığında, Türkiye’deki öğretmenlerin ücretlerinin daha düşük olduğunun görüldüğünü belirterek, “Satın alma paritesi göz önüne alınarak yapılan hesaplamalara göre OECD ülkelerinde göreve yeni başlayan bir öğretmenin yıllık ortalama kazancı 32 bin dolar iken, Türkiye’de göreve yeni başlayan bir öğretmenin yıllık kazancı 27 bin dolar civarındadır. OECD ülkelerinde 15 yıllık deneyime sahip bir öğretmenin ortalama yıllık kazancı, başlangıç seviyesinin yaklaşık olarak 12.500 dolar üzerine çıkarak 45 bin dolar seviyesine ulaşmaktadır. Türkiye’de ise 15 yıllık bir öğretmenin yıllık kazancı başlangıç seviyesinden yaklaşık 3 bin dolar artarak 30 bin dolar seviyesine ulaşmaktadır. Öğretmen maaşlarının tecrübeye göre artışı açısından Türkiye, tüm OECD ülkeleri arasında en sonlarda yer almaktadır. Öğretmenlik mesleğinin statüsüne yönelik kapsamlı araştırmamızın sonucuna göre de, Türkiye’deki öğretmenlerin önemli bir kısmı aldıkları ücretlerden memnun değildir. Dahası, mesleki kıdem artıkça memnuniyetsizlik düzeyi de artmaktadır. Bundan dolayı, öğretmenlerin maaşlarının iyileştirilmesi gerekmektedir” dedi.

Ali Yalçın, Eğitim-Bir-Sen Stratejik Araştırmalar Merkezi (EBSAM) tarafından hazırlanan “Eğitime Bakış 2017: İzleme ve Değerlendirme Raporu’nu düzenlenen basın toplantısında açıkladı. Günümüzde eğitimin, toplumsal ve ekonomik refaha ulaşmada en önemli araç olarak kabul edildiğini ifade eden Yalçın, “Bununla birlikte, eğitim, bireylerin kendisini gerçekleştirmesi, beceri ve yeteneklerini geliştirmesi için de en önemli unsurlardan biridir. Bireylerin eğitimde kalma süreleri arttıkça beceri ve nitelikleri artmakta, daha iyi iş imkânlarına sahip olmakta, kişisel gelirleri ve refahları artmaktadır. Bundan dolayı, Türkiye dâhil tüm dünyada okullaşma oranları ve süreleri hızla artmakta, öğretmen ve derslik başına düşen öğrenci sayısı azalmakta ve eğitime giderek artan bir oranda daha fazla yatırım yapılmaktadır. Eğitime ayrılan kaynaklar ve nicel göstergelerdeki bu büyümenin eğitim sisteminin kalitesini nasıl etkilediği, sistemin ne kadar etkin ve verimli çalıştığı, hizmetlerin ne kadar eşit bir şekilde dağıtıldığı oldukça önemli hâle gelmektedir. Dolayısıyla, eğitime ayrılan kaynakların ve imkânların ne kadar etkin ve verimli kullanıldığının, vatandaşların bu hizmetlerden ne derece eşit bir şekilde faydalandığının mutlaka izlenmesi ve değerlendirilmesi gerekmektedir. Türkiye’nin en büyük eğitim sendikası ve sivil toplum örgütü olmanın bilinciyle eğitim sistemini izleme ve değerlendirme sorumluluğuna oldukça önem atfediyoruz. Bu çerçevede, 2016 yılında Eğitime Bakış 2016: İzleme ve Değerlendirme Raporu’nu, 2017 yılında ise Yükseköğretime Bakış 2017: İzleme ve Değerlendirme Raporu’nu hazırladık ve kamuoyuyla paylaştık. İki rapor da kamuoyunun, eğitimcilerin, akademisyenlerin ve karar alıcıların dikkatini çekmiş ve yeni tartışmalara vesile olmuştur” şeklinde konuştu.

Daha etkin, verimli ve kaliteli bir eğitim sisteminin tesis edilmesini amaçlıyoruz

Eğitime Bakış 2017 raporuyla daha etkin, verimli ve kaliteli bir eğitim sisteminin tesis edilmesini amaçladıklarını kaydeden Yalçın, şöyle devam etti: “Çeşitli göstergelere ilişkin verilerle eğitim sisteminin gelişme gösteren alanları ile sorunlu alanlarını tespit etmek mümkün olmuştur. Eğitim sistemini iyileştirmek için yapılacak olan reformların veri temelli olarak gerçekleşmesi önem arz etmektedir. Veri temelli olarak hareket ettiğimizde kaynakları daha etkin bir şekilde dağıtarak hem eğitim sistemini iyileştirme hem de sistemdeki eşitsizlikleri ortadan kaldırma imkânına sahip oluruz. Raporda, MEB, ÖSYM, TÜİK gibi kuruluşlar tarafından yayınlanan açık veriler ile OECD’nin her yıl yayınladığı Bir Bakışta Eğitim, TIMSS ve PISA verileri kullanılmıştır. Her bir gösterge analiz edilirken, veriler imkân verdiği ölçüde, yıllara, cinsiyete, bölgelere ve illere, öğrenim düzeyi ve eğitim kademesine göre incelenmiş ve bazı veriler uluslararası verilerle karşılaştırılmıştır. Raporda kullanılan tablo, şekil ve haritalar, konuyla ilgili uluslararası raporlarda kullanılan formatlar dikkate alınarak hazırlanmıştır. Raporun öne çıkan bulgularına bakıldığında, eğitim sistemimizde son yıllarda birçok alanda oldukça önemli gelişmelerin olduğu ve OECD ortalamalarına yaklaşıldığı görülmektedir. Okullaşma oranları son yıllarda oldukça artmış, 6-9 ve 10-13 yaş arası okullaşma oranları yüzde 99’a ulaşmıştır. 5 yaş grubunda okullaşma oranları yüzde 70’e, 14-17 yaş grubunda ise yüzde 87’ye çıkmıştır.”

Okul öncesi ve ortaöğretimde okullaşma oranı halen OECD ortalamasının altındadır

Okul öncesi ve ortaöğretimde önemli gelişmeler olmasına rağmen okullaşma oranının halen OECD ortalamasının altında olduğunu dile getiren Yalçın, “Bölgesel olarak okul öncesi ve ortaöğretime erişimde farklılaşmalar devam etmektedir. Eğitim sisteminde -yükseköğretim hariç- 17 milyondan fazla öğrenci bulunmaktadır. Bu, oldukça büyük bir sayıdır. Birçok ülkenin nüfusundan daha büyük sayıda öğrencimiz okullarda öğrenim görmektedir” ifadelerini kullandı.

Açık öğretim liseleri, çoğunlukla başarısız öğrencilerin yönlendirildiği bir tür ‘depo’ olma özelliğini devam ettiriyor

1 milyon 750 bin kişinin ise açık öğretimde öğrenim gördüğüne dikkat çeken Yalçın, “Bunların önemli çoğunluğu ortaöğretim öğrencisidir. Maalesef bu durum açık öğretim liselerinin çoğunlukla başarısız öğrencilerin yönlendirildiği bir tür ‘depo’ olma özelliğini devam ettirdiğini göstermektedir” diye konuştu.

Öğretmen ataması ve derslik yapımında dezavantajlı bölgelere öncelik verilmelidir

Okullaşma oranlarının artmasının bir sonucu olarak en az lise mezunu ve üstü oranı son yıllarda önemli oranda arttığını söyleyen Yalçın, sözlerini şöyle sürdürdü: “2009-2016 yılları arasında 18-21 yaş grubu arasındaki kişilerin lise mezunu olma oranı yüzde 48’den yüzde 60’a yükselmiştir. Ancak bu oran, OECD ortalamasından düşüktür. Eğitim sistemimizdeki en önemli gelişmelerden biri de derslik, şube ve öğretmen başına düşen öğrenci sayılarında görülen azalmadır. Şube ve öğretmen başına düşen öğrenci sayılarında OECD ortalamasına yaklaşıldığı görülmektedir. Bu alanlarda öne çıkan husus ise bölgesel ve illere göre şube ve öğretmen başına düşen öğrenci oranlarının önemli oranda farklılaşmasıdır. Bundan dolayı, öğretmen ataması ve derslik yapımında dezavantajlı bölgelere öncelik verilmesi gerekmektedir. Diğer bir husus ise, halen ikili eğitim var olmaya devam etmektedir. Orta Vadeli Programda hedeflendiği gibi, kısa sürede ikili eğitimin sona erdirilmesini umuyoruz.”

‘Başarının asıl anahtarı öğretmenlerdir’

“TIMSS ve PISA gibi uluslararası karşılaştırmalı çalışmalarda en başarılı eğitim sistemleri, başarının asıl anahtarı olarak öğretmenlerin olduğunu belirtmektedir” diyen Ali Yalçın, “Öğretmenlerin öğrenci başarısı üzerindeki etkisi, okul içi kaynaklar olarak tanımlanan müfredat, öğretim teknik ve materyallerinden çok daha anlamlıdır. Öğretmenler, özellikle dezavantajlı öğrencilerin dezavantajını ortadan kaldıracak olan en önemli unsur olarak tanımlanmaktadır. 2014 yılı Dünya Öğretmenler Günü’nde UNESCO, ILO, UNICEF ve UNDP genel direktörleri yayınladıkları ortak bildiride, ‘Bir eğitim sistemi ancak öğretmenleri kadar iyidir. Öğretmenler, evrensel ve herkes için kaliteli eğitim açısından vazgeçilmezdir’ demişlerdir. Eğitim-Bir-Sen olarak, biz de Türkiye’deki eğitim sistemini daha iyi hâle getirecek olan en önemli unsurun öğretmen olduğunu savunuyoruz. Bunun için, öğretmenin iş barışının olması ve daha huzurlu bir şekilde çalışması oldukça önemlidir” değerlendirmesinde bulundu.

Gerçek öğretmen ihtiyacı 120 binin üzerindedir

Rapordaki önemli bulgulardan birinin de kamu eğitim sisteminin öğretmen ihtiyacı sayısı olduğunu kaydeden Yalçın, şöyle konuştu: “Yapılan hesaplamalara göre 80 bin civarında öğretmen ihtiyacı bulunmaktadır. Ancak gerçek öğretmen ihtiyacının 80 bin rakamından çok daha yüksek olması muhtemeldir. Öğretmen ihtiyacını etkileyen en önemli unsur, norm fazlası öğretmenlerdir. Şubat 2016 verilerine göre 40 bin civarında norm fazlası öğretmen vardı. Norm fazlası öğretmenlerin eş durumu vb. nedenler dolayısıyla ihtiyaç olan yerlere gidemeyeceği dikkate alındığında, öğretmen ihtiyacı yaklaşık 120 bine çıkmaktadır. Ayrıca, 2017 yılında özellikle ortaöğretimdeki birçok dersin haftalık ders saati değişmiştir. Bazı derslerin haftalık ders saatleri artmış, bazıları da azalmıştır. Bunun sonucu olarak, bazı alanlardaki norm kadro fazlası öğretmen sayısı artarken, bazı alanlarda ise öğretmen ihtiyacı daha da artmaktadır. Buna ilaveten, beşinci sınıfların yabancı dil ağırlıklı hâle getirilmesi pilot uygulaması başlamıştır. Pilot uygulama yapılan okullarda ciddi yabancı dil/İngilizce öğretmeni açığı ortaya çıkmıştır. Diğer taraftan, diğer ders öğretmenleri ise norm fazlası duruma düşmüştür. Bu gelişmelerin sonucu olarak gerçek öğretmen ihtiyacının 120 binin üzerinde olduğu tahmin edilmektedir.”

Öğretmen maaşlarının tecrübeye göre artışı açısından Türkiye, OECD ülkeleri arasında en sonlarda yer alıyor

Raporda öne çıkan bir diğer önemli bulgunun da öğretmen maaşları hususu olduğunu ifade eden Yalçın, “OECD ülkeleriyle kıyaslandığında, Türkiye’deki öğretmenlerin ücretlerinin daha düşük olduğu görülmektedir. Satın alma paritesi göz önüne alınarak yapılan hesaplamalara göre OECD ülkelerinde göreve yeni başlayan bir öğretmenin yıllık ortalama kazancı 32 bin dolar iken, Türkiye’de göreve yeni başlayan bir öğretmenin yıllık kazancı 27 bin dolar civarındadır. OECD ülkelerinde 15 yıllık deneyime sahip bir öğretmenin ortalama yıllık kazancı, başlangıç seviyesinin yaklaşık olarak 12.500 dolar üzerine çıkarak 45 bin dolara ulaşmaktadır. Türkiye’de ise 15 yıllık bir öğretmenin yıllık kazancı başlangıç seviyesinden yaklaşık 3 bin dolar artarak 30 bin dolar seviyesine ulaşmaktadır. Öğretmen maaşlarının tecrübeye göre artışı açısından Türkiye, tüm OECD ülkeleri arasında en sonlarda yer almaktadır. Öğretmenlik mesleğinin statüsüne yönelik kapsamlı araştırmamızın sonucuna göre de, Türkiye’deki öğretmenlerin önemli bir kısmı aldıkları ücretlerden memnun değildir. Dahası, mesleki kıdem artıkça memnuniyetsizlik düzeyi de artmaktadır. Bundan dolayı, öğretmenlerin maaşlarının iyileştirilmesi gerekmektedir” dedi.

Sözleşmeli öğretmenlik uygulamasına son verilmeli, eğitim çalışanlarının güvenliği sağlanmalıdır

2016 yılında tekrar uygulamaya konulan sözleşmeli öğretmenliğin öğretmenler arasında bir ayırıma, bu öğretmenlerin özlük haklarında bazı eksikliklere neden olduğunu vurgulayan Yalçın, sözlerini şöyle tamamladı: “Sözleşmeli çalışma esası bir an önce sonlandırılmalı; dezavantajlı bölgelerde öğretmenleri çalıştırmak için zorlama yerine teşvik edici mekanizmalar geliştirilmelidir. Öğretmenin iş barışını etkileyecek olan en önemli hususlardan biri de güvenliği sağlanmış bir ortamda eğitim faaliyetlerini yürütmesidir. Ancak, son zamanlarda öğretmenlerimizin bir yandan terör örgütü PKK tarafından şehit edilmesi, diğer taraftan da okullarda öğrencilerin ve velilerin şiddetine maruz kalması, eğitim ortamındaki güveni ve huzuru yok etmektedir.”Raporumuzu görüntülemek için resme tıklayınız

İlk yorum yazan siz olun
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.

SENDİKALAR Haberleri