Yeniden İnsan Olmak

            Yeni bir başlangıç için çoğu zaman dibe vurmak şarttır. Toplumda, çürümüşlüğün son noktasına gelmeden,   Yaşanan değersizleşme halinden toplumun büyük kesiminin rahatsızlığı söz konusu olmadan yeni bir durum arayışı içine girilmez. Yenilgiler bazen başarılara açılan yolu aralar. Birçok başarı dramatik yenilgilerin içinden filizlenmiştir. Derin trajediler çoğunlukla yenileşmeyi ve değişimi beraberinde getirmiştir. 

             Dünyada yaşanan ekonomik buhranlar krizlerin derinleşmesine neden olmuş, krizler ise savaşları beraberinde getirmiştir. Ama nihayetinde tüm bu yıkımlardan  yeni oluşumlar, değişimler ve yeniden kurulmalar yaşanmıştır. Elbette yenilik için savaşların olmasını istemek değil yazımızın konusu, ancak bir gerçeğe değinmek istiyoruz. Yani “dibe vurma hissiyatının” aslında bir umut vesilesi olması gerektiğini ifade etmek istiyoruz.

             Dibe vurmak gerçek bir yıkım olduğu kadar, hissi bir algıdır da aynı zamanda, iki biçimde duyumsanabilir. Birincisi kişisel olarak algılanandır, diğerinin ise toplumsal yanı vardır. Aslına bakarsanız, her iki durumda da hissedilenler ortaktır. “Yabancılaşma”, “güvensizlik”,” korku”, “kaygı”,”gelecekten umutsuzluk”, “dışlanmışlık”, “ötekileştirilmişlik”… Yıkıcı hislerdir bunlar. Ruhsal yapısını paramparça yapar insanın. Zamanla da kanıksanır ve öğrenilmiş bir çaresizlik gelişir. Ya da zihin, kanıksama refleksi göstererek, koruma altına alır duygusal dünyasını. Yani kanıksama, kabullenme değildir aslında. Bir bakıma sorunlu durumu göremezden gelmedir. Değiştiremeyeceği bir durumla başa çıkma yoludur. Kanıksamış gibi görünmedir.

             İşte tam bu noktada, sonuçları itibarıyla, savaşlara kadar götüren kanıksama hali, birden bire reddetmeye dönüşür ki; işte yenileşme de burada başlar. Savaşlarının yıkıntılarından aslında kanıksanamayan durumlardan arındırılmış bir başlangıç kurulur. Bahse konu savaş kavramı da iki şekilde ele alınabilir. Bunlar, kişinin kendisi ile verdiği savaş, diğeri ise sosyolojik anlamda yaşanan savaşlardır. Her ikisi de yıkıcıdır ve rahatsızlık vericidir.

             Çoğunlukla İnsanlar kendileriyle yaşadıkları savaşın farkında olmazlar. Bu yıkıcı durumun normal bir süreç olduğunu düşünürler. Ancak kendine olan yolculuğunda samimi değerlendirmeler yapabilenler, olgunlaşma ve yeni başlangıçlar için büyük adımlar atabilenler olarak diğerlerinden ayrılırlar. Bunlar “kaygının”, “güvensizliğin”, “korkunun”, “gelecekten umutsuzluğun” temel nedenlerini sorgulama yoluyla bulabilirler. Nitekim sorgulayanlar umuda açılan pencereyi bulabilenler ararında yer alırlar. Onlar değişim ve dönüşümü yakalayabileceklerdir.

              Yabancılaşmanın, kaygının, korku ve güvensizliğin kanıksanmış hisler olarak yaşanılan,  dışlanmışlığın ve ötekileştirmenin sonucu, umutsuzluğun had safhada olduğu toplumlarda kelimenin tam anlamıyla kişisel ve toplumsal dibe vurmuşluktan bahsetmek mümkündür. Tarihsel perspektiften baktığımızda bu tür toplumlardan beklenen gelişmeler şu şekildedir. Değer vermeyi öğrenmek, klan bencilliği ile ötekine kapalı olmaktan vazgeçmek ve ötekini kabul etmek, farklı düşünce ve inançların var olduğunu ve var olabileceğini içselleştirmek ve saygılı olmak, insanın temel değerleriyle yaşama hakkını savunabilmek, devlet olarak her bir vatandaşa eşit mesafede durabilmek, toplumlarda hakkaniyet kavramını temel düstur olarak egemen kılmaktır. Özlem varsa çare de vardır. 

                                                                                            Hüseyin Kemal

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.